ÖZE DÖNÜŞ, BİR RUH MACERASI
- Sümeyye Özer Erdoğan
- 18 Şub
- 7 dakikada okunur
YAZAR: SÜMEYYE ÖZER DOĞAN
EDİTÖR: YAĞMUR KARACAN
“Hayatın yüzde 10’u başınıza gelenler, yüzde 90’ı bunlara verdiğiniz tepkilerdir.” Charles R. Swindoll’un bu sözü, Jack London’ın “Vahşetin Çağrısı” eserinin ruhunu taşır. London, bu eserinde okura, bir köpeğin hayatta kalma mücadelesiyle, insanın ve doğanın vahşi özünü sorgulayan bir hikâye sunar. Peki, modern hayatımızda, içimizdeki vahşi doğayı ne kadar tanıyoruz?
Aynı olay, bir kişiye ağır ve zor gelirken bir başkasına ders ya da ilham kaynağı olabilir. Bu durum, insanın düşünce gücünün ve bakış açısının olayla baş etmede ne kadar önemli olduğunu gösterir. Başımıza gelenleri değiştiremeyiz ama onlara verdiğimiz anlamı ve dolayısıyla hayatımız üzerindeki etkilerini değiştirebiliriz. Durum ve olaylar karşında gösterilen çaba, sabır, azim, cesaret insanın kendi duygusal ve zihinsel dünyası üzerindeki kontrolünü artırmasını, daha güçlü bir ruh hâli ve daha olumlu bir yaşam biçimi geliştirmesini sağlar. Her musibet ruhsal gelişimde bir sıçrama tahtası, bir sonraki aşamaya geçiş eşiğidir.
Tahlili yapılacak eserde, hem yazarın hem ana karakterin başına gelenler, çalkantılı yaşam öyküleri tam da bu gelişim sürecini kanıtlar niteliktedir. Genellikle eserlere -filmler, kitaplar, resimler vs.-, insanların kendini bulma yolculuğu konu edilir. Peki, hayvanların da içsel yolculuğu var mıdır?
Doğacı Bir Ruhun Hikâyesi
John Griffith Chaney (1876-1916) yani bilinen adıyla Jack London, trajik yaşam hikâyesine rağmen kendisini eğiten, doğuştan yetenekli, Amerikalı gazeteci ve yazardır. On dört yaşında eğitim hayatını bırakmak zorunda kalır, yerel kütüphanelerde kitap okuyarak kendini geliştirir. Sonradan eğitimini tamamlayarak üniversiteye girmeyi başarır fakat yarıda bırakır.
London, zorlu bir yaşam mücadelesiyle kalemini sivrilten bir yazardır. Yoksulluk ve zorlu koşullar içinde yetişen yazar, eserlerinde hayat mücadelesinin sertliğini yansıtmıştır. Vahşetin Çağrısı (The Call of the Wild), onun edebi kariyerinin zirvesidir ve 1903’te yayımlandığı günden bu yana, doğanın sert ve acımasız gerçeklerini insan doğasıyla harmanlayan evrensel bir hikâye olarak kabul edilmiştir. On iki yaş ve üzeri okura hitap eden eser, okuru hem doğaya hem de insanın içsel dünyasına yolculuğa çıkaran çok katmanlı bir hikâyedir. Bu noktada bir hatırlatma yapalım, klasik eserleri birçok yayınevi basabilir. Dolayısıyla kitap satın alırken çevirmenine ve yayınevine dikkat edilmelidir.
London, bu kitabı yazmadan önce bir dergi için acımasız bir köpeği konu alan kısa bir hikâye hazırlar. Bu hikâyede köpek, intikam için sahibini öldürür. Köpeği kötülüğün simgesi olarak gösterdiği için yapılan eleştirilere savunma olarak hayvanın davranışının asıl sebebinin sahibinin tutumu olduğunu açıklama amacıyla “Vahşetin Çağrısı” eserini kaleme alır.
Dünya ticari dergi romanının öncüsü olan London, elliden fazla kitap yazmıştır. Romanları, hikâye derlemeleri, otobiyografik anıları, kurgu dışı eser ve makaleleri, kısa öyküleri, oyunları vardır. Kitapları en çok yabancı dillere çevrilen yazarlar arasındadır. Yayımlanan ilk öyküsü "Yoldaki Adam"dır. Eserlerinden bazıları; Deniz Kurdu (1904), The Game (1905), Beyaz Diş (1906), Adem'den Önce (1907), Demir Ökçe (1908), Martin Eden (1909), Yanan Gün Işığı (1910), Adventure (1911), Kızıl Veba (1912), The Abysmal Brute (1913), Ay Vadisi (1913).
“Vahşetin Çağrısı” eseri, sinemaya iki kez uyarlanmıştır. Başrolde Harrison Ford’un yer aldığı 2020 yılı yapımı filmin yönetmen koltuğunda Chris Sanders oturur. Film, yapay zekâ destekli “Buck” karakteriyle izleyiciye farklı bir deneyim sunar. Ancak kitabın konusundan ve ruhundan uzaklaşan senaryosu tartışma yaratabilir. 1997 yılı yapımı bir diğer filmi ise günümüz koşullarında hem senaryo zayıflığına hem de o günün çekim koşullarından kaynaklı tarzına ve piksel piksel görüntüsüne tahammül edebilecekler izleyebilir.
Edebî Özellikler
Vahşetin Çağrısı, bir köpeğin doğaya dönüş hikâyesi olarak yüzeyde basit bir anlatı gibi görünse de derinlerinde insanın doğa ile olan ilişkisini ve medeniyetin kırılganlığını sorgulayan bir başyapıttır. London'ın ustalıkla ördüğü bu eser, sadece edebiyat dünyasında değil, okurun zihninde de kalıcı izler bırakır. Karakterlerin içsel dünyalarını derinlemesine işler. Akıcı, sade ve içten dili okuru içine çeken bu atmosferi oluşturmada önemli bir rol oynar. London, doğanın acımasızlığını ve güzelliğini aynı anda tasvir ederken okurun duygu ve düşünsel dünyasını dengede tutar. Ne oradan kopabilir ne de doğaya kolayca teslim olacağınızı anlatmak ister. Doğanın tüm zorlu koşullarına rağmen fıtratın orayı aradığını vurgular.
Hikâyenin anlatımı Buck'ın perspektifinden ilerler. Bu, okurun bir hayvanın düşünce ve duygularını anlamasını ve empati yapmasını sağlar. Realist üslubu, dönemin toplumsal ve çevresel koşullarını ustaca yansıtarak eseri, hem bireysel hem de toplumsal bir yorum katmanına taşır. London, dönemin koşullarını eserinde duygusal ve düşünsel olarak gözler önüne serer.
Eserin yazıldığı dönem olan, “Kaliforniya Altına Hücum Dönemi” (1848–1855) 24 Ocak 1848'de James W. Marshall'ın Coloma, Kaliforniya'daki Sutter's Mill'de altın bulması ile başladı. Keşif haberi 300.000 insanı, ABD'nin ve etrafının çeşitli yerlerinden Kaliforniya'ya getirdi. Bu 300.000 kişinin yarısı kara yolu ile gelirken diğer yarısı ise deniz yoluyla ulaşımını sağladı. Kaliforniya o dönemde, göçmenler için şiddetli ve tehlikeli bir yer hâline geldi. Bununla ilişkili olarak Kaliforniya soykırımı gerçekleşti. (wikipedia, 2024)
Bu eser, bazen Beyaz Diş (White Fang) eseri ile karıştırılır veya birbirinin devamı gibi algılanır. Kanımca bu iki kitap birbirini tamamlayan eserler olarak okunabilir. Okur, Vahşetin Çağrısı’nda evcil, uysal, uyumlu bir köpeğin zorbalıkla, işkenceyle nasıl doğasına dönüp vahşileştiğini okurken Beyaz Diş’te ise vahşi bir hayvanın sevgi ve içtenlikle uysal, evcil bir hâle geldiğine tanık olur. Bir hayvanın çevresel şartlarda nasıl bir değişim ve dönüşüm yaşadığını anlatan her iki eser kendine has üslubuyla alanında kıymetli eserlerdir. Okur da bunu takdir etmiş olacak ki her ikisi de klasikler arasında yerini almış, tüm dünya okuruna ulaşmıştır. “Hangisi önce okunmalı?” derseniz “Vahşetin Çağrısı” önce, “Beyaz Diş” sonra derim.
İçsel Yolculuk, Öze Dönüş
Vahşetin Çağrısı, Saint Bernard ve çoban köpeği kırması Buck’ın konforlu hayatından koparılarak vahşi doğaya sürüklenmesini, burada içindeki özle yüzleşmesini konu alır. Bu hikâye, hem bir hayatta kalma mücadelesi hem de doğanın çağrısına kulak veren bir varlığın dönüşüm hikâyesidir. Buck, beklenmedik bir olayla kendini Alaska’da bulur. Burada zorlu doğa koşullarına ve ona efendilik yapan sahiplerine karşı hayatta kalma mücadelesi verirken içindeki ilkel güçlerle tanışır. Buck, sahiplerinin sert eğitim yöntemleriyle hayatta kalmanın temel kurallarını öğrenir ve bu süreç onun doğasına dönüş yolculuğunu başlatır.
Konu ve Temalar
Eserde konular üç ana başlıkta ele alınabilir: Doğa ve hayatta kalma, vahşilik ve evcilleşme, dostluk ve bağlanma. Yan başlıklar ise altın arayıcılığı, postacılığın tarihî seyri, köpeklerin evcilleştirilmesidir. Eser, aynı zamanda insanların doğal kaynakları sınırsız sömürme istek ve arzularıyla karşı karşıya kaldığı bir çağda, doğal dünyaya saygı duyma ve onunla uyumlu yaşama fikrini de vurgulamaktadır.
Doğa ve Hayatta Kalma
“O günden sonra ellerinde okları, mızrakları, sopaları yoksa onlardan korkmayacaktı.” London, Buck’ın hayatta kalma mücadelesini anlatırken doğanın acımasızlığını ve hayatta kalmanın sadece fiziksel değil, zihinsel bir savaş olduğunu vurgular.
Romanın unutulmaz satırlarından, "Orta yol diye bir şey yoktu ya hükmetmeliydi ya da hükmedilmeliydi, çünkü merhamet, zayıflık göstergesiydi. İlkel yaşamda merhamete yer yoktu. Bu duygu korkaklık olarak görülürdü ve böyle yanlış anlaşılmaların sonu ölüm olurdu,” ifadesi, doğanın acımasız kurallarının altını çizer. London, kışın acımasız soğuğunu, açlığı ve vahşi hayvanların şiddet dolu dünyasını canlı bir şekilde okuyucuya aktarır. Bu, hayatta kalma mücadelesinin sadece fiziksel bir savaş değil, aynı zamanda psikolojik ve sosyolojik bir savaş olduğunu da ortaya koyar. London, bu süreci detaylı bir şekilde işlerken doğanın insana ya da hayvana ödün vermeyen yapısını çarpıcı bir biçimde ortaya koyar. London aynı zamanda, genlerin önemine, hayatta kalma mücadelesine ve vahşi doğanın insan doğasına olan etkisine de dikkat çekmektedir. “Ne en güçlü olan tür hayatta kalır ne de en zeki olan; değişime en iyi adapte olabilen hayatta kalır,” der Charles Darwin.
Evcilleşme ve Vahşilik; Var Olmak Uğruna Yok Etmek
Kanada’nın Alaska ile sınırında yer alan Yukon bölgesinde önemli miktarda altın bulunması sonucu herkes bu bölgeye yönelir. Altına hücum (Gold Rush) eden insanların, bu uğurda hayvanlara, doğaya ve hemcinsi insanlığa takındığı tavır gözler önüne serilir. Makyavelist düşüncenin tezahürüdür bu dönem, “Amaca ulaşmak için her yol mübahtır.” Hangi çağda olursa olsun, bitmek tükenmek bilmeyen meta hırsı, hayvanları, doğayı, insanlığı bir büyük hortum gibi önüne katıp savurmuştur. Her birimizin yaşam hikâyesi de ya içimizdeki ya dışımızdaki o altını bulma mücadelesi aslında. Buck konforlu yaşam tarzından sert bir şekilde koparılıp alınmasaydı özünü keşfedebilir içinde sakladığı cevheri bulabilir miydi? Eserde Buck'ın özünü bulma yolculuğu, aynı zamanda insanlığın kendi kökenlerini ve vahşi doğa ile olan bağını sorgulamasına da alan açar. Her varlık zorlu koşullarda kendini tanıyıp bilmediği yönlerini keşfeder. Tıpkı altın arayan insanların da bu yolculukta fıtratlarından, medeniyetten uzaklaşarak Buck’ın aksine kendilerini kaybetmeleri gibi.
Dostluk ve Bağlanma
“Bu adam onun hayatını kurtarmıştı ki bunun anlamı büyüktü; bir daha bir adım daha atılırsa onun ideal sahibiydi. Diğer insanlar köpeklerinin refahını bir görev ve iş menfaati açısından ele alırlardı. Thornton ise kendi köpeklerinin refahını sanki köpekler evlatlarıymış gibi gözetirdi.”
Buck'ın hayatta kalma mücadelesi sırasında yaşadığı en önemli olaylardan biri, John Thornton ile kurduğu derin dostluk bağıdır. Thornton, Buck'ı hem fiziksel hem de ruhsal anlamda kurtaran bir karakter olarak öne çıkar. Ancak bu dostluk bile Buck'ın doğanın çağrısından tamamen uzak durmasını engelleyemez. Thornton'ın trajik ölümü, Buck'ı tamamen doğaya teslim eder.
Eserin Temel Çizgisi
Buck’ın dönüşümü, insanın kendi içsel yolculuğuyla birebir örtüşen bir temadır. Buck, konforlu yaşamından zorlayıcı doğaya sürüklendiğinde sadece fiziksel değil, aynı zamanda ruhsal bir dönüşüm sürecine de girer. Modern dünyada insanlar da bazen benzer bir içsel evrimi yaşamadan kendilerini tanıyamazlar. Medeniyetin sunduğu konforlu yaşamın içinde, çoğu zaman içsel seslerimizi ve gerçek doğamızı duymaz, genellikle bastırırız. İçsel yolculuk, insanların bazen hayatın zorluklarıyla karşılaştığında başlar. Buck’ın güçlü içgüdülerine, doğayla kurduğu bağa ve hayatta kalma içgüdüsüne dönüşü, insanın da yaşamda karşılaştığı krizlere nasıl reaksiyon verdiğini ve bu süreçte nasıl olgunlaştığını gözler önüne serer. Buck’ın içindeki vahşi gücü yeniden keşfetmesi, insanın da kendi içindeki karanlık ya da bilinçaltı yönleriyle yüzleşmesini simgeler. İnsanların içsel değişimleri bazen ani ve sert olur, tıpkı Buck’ın doğaya adaptasyonu gibi ancak bu değişim, sonrasında daha güçlü ve özgür bir varlık olmalarını sağlar. Buck’ın doğaya dönüşü, tıpkı bir insanın kendini tanıma ve benliğini kabul etme sürecine işaret eder. Buck’ın, doğa koşullarına karşı gösterdiği zihinsel ve fiziksel dayanıklılık, insanın da hayatın zorlayıcı koşullarına karşı aynı stratejilerle başa çıkma gerekliliğini vurgular. İnsanoğlu da zorluklarla yüzleşirken yalnızca bedensel değil, ruhsal anlamda gelişir. Bu evrim süreci, hayvanın kendi doğasına dönüşü gibi, insanın da modern dünyanın ve toplumun dayatmalarından arınarak özüne yaklaşmasını simgeler.
Son Söz
Hayatta karşımıza çıkan olaylar genellikle bizim kontrolümüz dışında gerçekleşir. Seçme eylemi, sınırlı bir yapıda olup size verilenlerle ilgilidir. Olumlu veya olumsuz algılanan verilenlerin etkisi, onları nasıl yorumladığımız ve onlara nasıl bir anlam yüklediğimizle şekillenir. Olanları, yaşananları değiştiremez ama onlara yüklediğimiz anlamı değiştirebiliriz. Anlam yükleme süreci yani sabır, onlardan öğrenme kapasitemizi artırır. Daha sonra yaşayacağımız olaylar karşısında takınacağımız tavrı ve üslubu belirler. Aynı zamanda yaşanan her olay dayanıklılık seviyemizi belirler. Öyleyse kontrol edemediklerimizi kabullenmek, onlara yeni bir anlam kazandırmak, özgürleşmenin ve yaşamı daha derin bir farkındalıkla kucaklamanın bir yoludur. Kadere iman eden, kederden emin olur. Tıpkı Hz. Şems’in dediği gibi Buck da hayatının altüst oluşları sayesinde kendine daha yakın bir gerçekliğe ulaşmıştır, “Düzenim bozulur, hayatım altüst olur diye endişe etme. Nereden biliyorsun hayatın altının, üstünden daha iyi olmayacağını?”