top of page

ÇOCUKÇA BÜYÜK SORULAR

  • Meliha Akkürek
  • 16 Kas 2023
  • 3 dakikada okunur

Güncelleme tarihi: 8 Ara 2023

Yazar: Meliha AKKÜREK

Editör: Sevde KILIÇ

Şef Editör: Behice Kavak

ree

Bu sene, mektebin yaz tatilini iple çektim. Çektim, çektim gelmedi. Bekledim, bekledim, günler geçmedi. Neden derseniz, yıllardır hayal ettiğim şey nihâyet gerçek olacaktı. Dedemle bir anlaşma yapmıştık, ben bu sene Yâsin Suresi’ni ezberleyecektim, o da beni sürekli ziyaret ettiği, çok merak ettiğim esrarengiz dergâha götürecekti.

İsmini taşıdığım, başta dedem olmak üzere evimizdeki herkesin dilinden düşmeyen o büyük kişiyi görmeyi uzun zamandır istiyordum.

Tatil yaklaştığında Yâsin'i bitirmeye az kalmıştı zaten. Hele son ayetleri ezberleyip dedeme dinlettiğimde heyecandan yerimde duramaz olmuştum. Neredeyse mektebin kapanmasını beklemeden yola çıkmak, bir an önce o şehre varmak istiyordum. Gerçi geleli üç gün olsa da hâlâ çok heyecanlıyım.

Dergâh geniş avlusu, kocaman, gıcırtılı kapıları, bin bir odası, serin, loş sofaları ve sabah akşam gelip gidenlerin kalabalığıyla insana kayboluverecekmiş gibi hissettiren devasa bir yerdi. Bu kadar kalabalığı bir tek bizim memleketteki çarşıda görmüştüm ama orada ne kadar ses varsa burası da bir o kadar sessizdi. Benim gibi misafir birkaç çocuk dışında herkese bir sükûnet hakimdi. Biz de bu huzuru bozmaktan korkarcasına, neredeyse ayaklarımızın ucuna basarak yürümeye başlamıştık.

Özellikle dün dergâha gelenler çoğalmıştı. Çünkü aylardır başka şehirlerde bulunan Yûnus Emre Hazretleri seyahatten dönmüştü. Biz, tanışmak için mecburen bugünü beklemiştik. Az önce hepimizi geniş bir sofaya aldılar. Kalbimin gümbürtüsünü diğer çocuklar da duyuyordu herhalde. İşte kapı açıldı, bir derviş bize işaret etti, sırayla içeri girmeye başladık. O da bizi görünce ayağa kalktı, bizi karşılamak için kapıya doğru yürüdü.

Odaya girer girmez keskin bir misk kokusu ciğerlerime kadar doldu. Aynı, dedemin hacdan getirdiği kokuya benziyordu. Bir derviş, bize gül suyu tuttu. Biz sırayla Yûnus Emre Hazretlerinin elini öptük, o da bize özel bir kaptan misk dağıttı. Sonra hep beraber yerdeki minderlere oturduk. Yandaki sedirde rahle üzerinde açık kalmış bir Kur'ân-ı Kerim duruyordu.

Hoca Efendi'nin kıyafeti, bizim köydeki imamın kıyafetine benziyordu. Yeni olmadığı hâlde tertemiz ve düzgündü. Mütebessim bir hâlde hepimizle tek tek tanıştı, hatırımızı sordu. Ben ismimi söylediğimde bir kez daha gülümsedi. Galiba bu yöredeki pek çok çocuk gibi, adımı ondan aldığımı anladı.

Onda fark ettiğim ilk şey; konuşurken bile yüzüne sürekli bir gülücük konmasıydı. Gitgide heyecanım daha da artıyordu, çünkü muhabbet ortamı devam ediyor, bir türlü sıra bana gelmiyordu. Sürekli kıvranıp duruşumdan sabırsızlığımı anlamış olacak ki; beni işaret ederek, "Buyur evlat, sıra sende. De bakalım, diyeceğini." dedi. Ben de, “Çoktandır size sormak istediğim sualler var da hepsini şimdi sorabilir miyim?" dedim.

"Merak ettik doğrusu, buyur, sor bakalım." deyince, "Hocam, ben arkadaşlarımla bir konuda anlaşamıyorum. Ben diyorum ki; Çok istersek biz de Allah dostu olabiliriz. Onlarsa gülüp, benimle alay ediyorlar. Sizce çok çalışırsak biz de sizin gibi Allah dostu olabilir miyiz?”

Hoca Efendi cevap verdi.

"Estağfirullah evladım, kimin Allah dostu olduğunu, en iyi Allah biliyor. Bu işlerin hakikati ancak ahiret âleminde ortaya çıkacaktır. Kaldı ki Cenâb-ı Hakk ile dostluk ikiye ayrılır. Biri umumidir, Mevlâ bir âyet-i kerimede, 'Allah müminlerin dostudur.' buyuruyor. Buna göre bütün müminler Allah dostudur zaten.

İkincisi, hususi dostluk, bu kapı da kıyamete kadar açık kalacaktır. Dediğin gibi çok istersen, çok çalışırsan sen de o kapıdan içeri girebilirsin.”

"Hani Hocam, ilâhîlerde çiçeklerin sözleri var ya; siz çiçeklerle, kuşlarla konuşmayı nereden öğrendiniz, bize de öğretir misiniz?

Hoca Efendi bu defa seslice gülerek, “Ben onlarla konuşmuyorum ki evlâdım, onlar benimle konuşuyor. Eh, tabiî ki, onlar konuşmaya başlayınca ben de onlarla konuşuyorum. Yoksa küsmek gibi olur, değil mi… Aslında kâinat sürekli, herkesle konuşuyor, ben sadece onları dinlemeyi biliyorum. İstiyorsan sana da öğretirim tabiî. Başka sorun var mı küçük Yûnus?" dedi.

"Son sorum da şu Hocam, hani cennetle ilgili ilâhîleriniz var ya; siz cenneti rüyanızda mı gördünüz?"

"Evlâdım, rüyada görmeye hâcet var mı? Allâh-u Teâlâ zaten kitabında etraflıca anlatıyor. Bense Kur'ân okurken manasını düşünerek okuduğum için o cennetleri gezip gelmiş gibi oluyorum.

"Son dedim ama, bir soru daha sorabilir miyim?"

"Buyur evlâdım."

"Yûnus Emre nasıl olunur?"

"Olunur mu, oldurulur mu, ben de bilmiyorum amma, son sözü şöyle diyelim evlat:

Yaradılanı hoş gördük,

Yaradandan ötürü."

O, benden sonra diğer çocukların suallerine cevap verirken ben de çoktan yarın soracağım soruları düşünmeye başladım.

Sahi, siz olsanız neler sorardınız arkadaşlar?

 
 

©2023, Recep Bilal Aksu tarafından kurulmuştur.

  • Instagram
bottom of page