ZÜRAFA DESENLİ ÇORAPLAR VE BAZI HESAP KİTAP İŞLERİ
- Serap Doygun

- 8 Eki 2024
- 3 dakikada okunur
Yazar: Serap Doygun
Editör: Yağmur Karacan
Çizer: Eda Gizem

Sınav başlamak üzereydi. Öğretmen sırasına yerleşen herkese optik formları dağıttı. Öğrenciler soru kitapçıkları dağıtılmadan önce hızla önlerindeki forma isimlerini yazmaya koyuldular. Kucağındaki soru kitapçıklarına sımsıkı yapışmış, sağ topuğunu yere hafif hafif vurarak tempo tutan öğretmen dokuz yüz saniye sonra sabırsızlıkla kıpırdandı. Ruhunun derinliklerinde yıllar içinde büyüttüğü sabır balonu gökyüzüne yükselmeye başlamıştı. Baloncuk Mars’ın yörüngesine girmişken öğretmen artık tempo tutmuyor, topuğuyla döşemedeki gevşemiş çivileri yerine çakıyordu.
Bu, okulu bitirebilmeleri için girmeleri gereken son sınavdı ve tüm sınıf bir an önce başlamak istiyordu. Ne var ki bir öğrenci ismini hâlâ optik forma yazabilmiş değildi. Öğretmenin sabır balonu Satürn’ün halkalarında yuvarlanmaya karar verdiğinde Ebü’l-Fazl Abdülhamîd bin Vâsi’ bin Türk el-Huttelî el-Hâsib adını yazmayı bitirdi. Zemindeki çivileri çakmaktan altı delik deşik olmuş ayakkabılarını çıkaran öğretmen, döşemedeki toza ve çamura aldırmadan zürafa desenli çoraplarıyla soru kitapçıkları dağıtmaya başladı. Bu aşamada tüm sınıf öyle bir, “Ohhh!” çekti ki, “Biraz da Neptün ve on altı uydusu ile dönüp durayım,” diyen sabır balonu pat diye patladı.
Öğrenciler erken sevindiklerini önlerine konan kitapçıklara baktıklarında fark ettiler. Çünkü kitapçıkların üzerine de isimlerini yazmaları gerekiyordu. En önde oturan kırmızı gözlüklü öğrenci yaşadığı strese dayanamadı ve hüngür hüngür ağlamaya başladı. Ben karakterim dolayısıyla kibar olmaya çalışıyorum ama siz; höykürdü, feryadı bastı, perperişan oldu da diyebilirsiniz. Öğretmen bu saçma günün bir an önce bitmesi için dua ederek kırmızı gözlüklü öğrencinin yanına gitti ve kaktüs işlemeli mendilini ona uzattı. Önünde duran ve arapsaçına dönmüş stres yumağını ne yaparsa yapsın bir türlü çözemeyen kırmızı gözlüklü öğrenci onu bir kenara fırlatıp mendili aldı. O, kaktüs işlemeli mendile sümkürürken öğretmen de kitapçığı tüm gücüyle sıkıyordu.
Soru kitapçıkları öğrencilerin sayısına göre gelmişti ve gözyaşlarıyla sırılsıklam olmuş bir kitapçığı hızlıca kurutmanın bildiği tek yolu buydu. Gerçi bir de anneannesinin çeyizinden kalma çamaşır makinesinin merdanesinde sıkma seçeneği vardı ama ne yazık ki makine yanında değildi. Tam o anda çıt çıkmayan, göz kırpılmayan, nefes alınmayan, üstüne üstlük bir de verilmeyen sınıfta pıt diye bir ses duyuldu. Öğretmen bakışlarını kaldırıp sınıfta gezdirdi. Gözlerine inanamadı ve bozulmuş olma ihtimaline karşı kitapçık sıkma işini kırmızı gözlüklü öğrenciye devredip arka sıralara doğru ilerledi. Hayır, gözleri bozuk değildi. Ebü’l-Fazl… Aman işte, o az önceki öğrenci çoktan adını yazmayı bitirmiş ve ucunu sivrilttiği kalemini sıranın üzerine pıt diye koyuvermişti.
Öğretmen kitapçığa eğildiğinde gözleri hayretle açıldı. Çünkü kitapçıkta İbn Türk yazıyordu. Bu pratik zekâlılık karşısında şapka çıkarttı. Ayrıca künyesinde Türk yazan ilk kişinin kendi öğrencisi olması da gururunu okşadı. Öğrencisini tebrik etmek için elini uzattı. İbn Türk pratik zekâlı olmanın yanında çok da saygılıydı. Hocasıyla tokalaşmak yerine ellerine sarılıp öptü. Öğretmen bir an için sınavı unuttu. İçinde bulunduğu bayram coşkusunun da etkisiyle cebinden çıkardığı pembe banknotu öğrencisine verdi. Bu arada kırmızı gözlüklü öğrenci de soru kitapçığındaki son damla gözyaşını öğretmeninin kenarda duran ayakkabısına sıkıvermişti.
“Sınav başlasın!” dedi öğretmen coşkuyla. Şaka şaka, böyle bir şey olmadı. Sonuçta sınavların coşkuyla başlanacak şeyler olmadığını öğretmen de biliyordu. Hih hih hih… Bu kez gerçekten şaka yaptım. El-Hasib künyesinden sana anlatmaya çalıştığım kişinin hesap kitap işleriyle uğraşan bir matematikçi olduğunu anlamışsındır. Ya da belki anlamamışsındır ve inan bana bu hiç sorun değil. Sonuçta yazdığı kitaplara; Kapsamlı Hesap Kitabı, Hesaplama ve Sayıların Önemi, Katışık Denklemlerde Mantıki Zaruretler gibi isimler veren birini ben de düne kadar tanımıyordum. Hey! Bu konuştuklarımız aramızda kalacak değil mi? Doğrusu bunları matematik öğretmenim duysun istemem.
Bizim matematikçi İbn Türk’ü tanımamamızdan pek hoşlanmayabilir. Sonuçta o, Mezopotamya geleneğini devam ettiriyor ve formül kullanmadan, sözlü olarak sonuca varıyormuş. Hâlbuki bizim matematikçi, “İşlem yapın!” diyor başka bir şey demiyor. Kim bilir belki de İbn Türk hırslı biriydi. Hatta belki de aynı dönemlerde yaşadığı Hârizmî’yi kıskanıyordu. En yakın arkadaşlarına, “Demek Hârizmî 0 rakamını bulmuş haa!.. Görürsünüz ben de o kadar çalışacağım ki kendimden sonra gelen matematikçilere öncü olacağım,” diyordu.
Nihayet bu çalışma azmi çok bilinmeyenli denklemlerin geometrik yolla çözülebileceğini keşfetmesine yaradı. Hatta oturduğu yerden Hârizmî’ye nanik bile yapmış olabilir. Ya da belki o kadar ileri gitmemiştir de, “Yaşasın!” diyerek zıplamıştır. Bilemiyorum dostum, istediğim tek şey veteriner olup kedileri mıncıklamak ve bunun için matematik çalışmak zorunda olmak biraz can sıkıcı. Tamam, itiraf ediyorum can sıkıcıdan da öte. Öyyyykkkk! Peki, sen ne olmak istiyorsun?