ZENGİNLİĞİN BÖYLESİ
- Reyhane Yarış

- 20 Şub 2024
- 3 dakikada okunur
Yazan: Reyhane Yarış
Editör: Elif Ertürk
Şef Editör: Behice Kavak

Yer kasabasının kuru yılan derili, boynuzlu çatıları altındaki sakinleri o gece gergin bir bekleyişteydi. Bu gerginlik boşuna da değildi, çünkü göğün koca bir canavar gibi gürleyip şimşeklerin çaktığı o gece, yüz elli yıl aradan sonra yıldırım düşmüştü. Bu basık kasabanın en büyük kâbusu yıldırım çarpmasıydı. Bu kâbusa karşı ağaçlar sık sık budanır, çocuklara boy uzatmayan yiyecekler verilirdi. En uzun kişi 150 cm boyundaki Yıldırımların Mavi’ydi. Evler Mavi’nin boyuna göre düşünülüp beş santim daha uzun yapılırdı. Ne yazık ki tüm tedbirlere rağmen en çok korktukları şey başlarına gelmişti.
Kızıl saçları tarak görmemiş Atife, kasaba yerlilerinin yüz elli yıl sonra dönüş yaptığını söylüyordu. Onun rutubet kokan kasaba kahvesinde söylediklerine kimse inanmak istemiyordu ama alametler onun sözlerini doğruluyordu. Sapsarı yabani otların arasında kaybolan gri boyalı evler, dipsiz bir bataklığın içinde kalmıştı. Bataklık her zamankinden daha bir siyah, daha bir yapışkandı. Bataklığın içi, gündüzleri uyuyan, geceleri dışarda gezinen ucubelerle kaynıyordu. Çamura saplanmış koca ayak izleri bunun apaçık bir kanıtıydı. Atife’nin anneannesinin büyük büyük nenesinin anlattıklarına göre, ucubelerin yaşayabileceği tek yerdi bataklıklar. Ucubesiz bir kasaba için bataklık kurutma çalışmaları yapılmıştı ama her seferinde meyve sebze kıtlığı ile sonuçlanmıştı. Yapılan araştırma da Yer Kasabası’nın bataklığının diğer canlıların yaşaması için en uygun magnezyum ve oksijen oranına sahip olduğunu kanıtlayınca, kasabalı her an gidecek gibi valizleri bir kenarda yaşamaya başlamıştı.
O gün kasabalı gergin, sisli ve soğuk bir sabaha uyandı. Yarasalar şafak sökmeden mağaralarına dönmenin derdindeyken eline valizini alan, sırtına yatağını yükleyen meydana toplandı. Tarlaları, bağları bırakıp gitmek zor olsa da ucubelerle yaşamak kadar zor değildi. Ama uğultulu kalabalığın içinde bu görüşe katılmayan, aklında fıkır fıkır fikirler uçuşan bir kişi vardı: Atife’nin kıpırtı topu oğlu Arel. Elleri kolları yerinde durmayan bu çocuğun, kocaman gözleri meydana gelen her yeni kişi ile daha da açılıyor, nefes alışverişleri daha da sıklaşıyordu. Atife’nin her gün bir parça öd yağı ve yürekle beslediği yavrusunun kasabanın kaderini belirleyecek büyük bir karar vermek üzere olduğunun ise kimse farkında değildi. Arel, bir kütüğe çıktı, dikkatleri üzerine çekmenin bir yolunu düşünmeye başladı. Bu kasabada boynuzların her zaman bir gideri vardı ya, Arel de öttürdüğü keçi boynuzuyla herkesi kendisine döndürmeyi başardı.
— Şıkır şıkır para saymaktan yorulmak istemez misiniz?
Cepleri bomboş halk bu beklenmedik soru ile önce şaşırdı, sonra da tatlı hülyalara dalıp gitti.
— Kasabamızda siyah inciler var, hem de fokur fokur kaynıyor.
Bu cümle ile gerçek hayata dönen halk, beklenti içinde gözlerini açıp Arel’e bakmaya başladı.
— Bu incileri kullanırsak kasabamız dünyanın en zengin kasabası olur.
Ardına sakladığı kalın saman yapraklı kitabı başının üzerine kaldırarak dinleyenlere gösterdi. Kitabı sanki bir yiyecekmiş gibi iştahla anlatmaya başladı.
— İncileri nasıl çıkaracağımız bu kitapta yazıyor, öyle güzel bilgiler var ki burada… Günlerdir annemle okuyoruz.
Kitabın kapağında yazan isim, şaşkın halkın şaşkınlığını daha da arttırdı. Kitabı yazan, kasabalının çok sevip saygı duyduğu Atife’nin rahmetli anneannesiydi. Onun Ucubeler hakkında söylediklerini uygulayanlar kasabada korkusuzca kök salabilmişlerdi. Kitabın iki yüz altıncı sayfasında Atife’nin anneannesinin bir Ucubeyle çekilmiş samimi fotoğrafına bakmak, ona neden Ucubeci Naze dendiğini anlatmaya yetiyordu. Üç yüz otuzuncu sayfasında ise Ucubelerin eninde sonunda gelecekleri tek yerin Yer kasabası olduğu yazıyordu. Yani, ucubelerle yaşamak onların kaderiydi. Valizlerini sımsıkı tutan halkın elleri yavaş yavaş gevşedi, gözleri evlerine doğru özlemli bakışlarla gitti geldi. Arel’in teklifi biraz sıra dışıydı ama ellerindeki kitap ile yaşadıkları zor durumdan faydalanmaları mümkün olabilirdi. Arel bir kez daha seslendi.
— Denemekten ne çıkar ki? Güvenin bana.
Arel’in gevrek sesine kapılmamak elde değildi. Nihayetinde kasabalı kabul etti, en azından bir kez deneyeceklerdi. Kasabayı zengin edecek siyah incileri çıkaracaklardı. Ama önce bunun için herkesin hazır olması gerekiyordu. Nasıl mı? Tabii ki bir hafta boyunca Atife’nin kazan kazan hazırladığı öd yağı ve yürek kavurmasını yiyerek. Bir haftanın sonunda tüm kasaba korkusuzca meydandaydı. Boyu iki metreyi aşan siyah Ucubeler de Arel’in fikrine bayılmışlardı. Hayalini kurdukları şey sonunda gerçek oluyordu. Siyah Ucubeler gecenin belirli vakitlerinde bataklıklarından çıkınca Arel, önce kasabanın köylerinden sonra dünyanın dört bir tarafından gelen meraklılara korku turları düzenlemeye başladı. Kampanya bile yaptı: Bir alana bir bedava! Yer kasabası dünyanın en cesur kasabasıydı artık. Zenginliklerine gelecek olursak, onlar yüz elli yıllık korkularını yendikleri için epeydir çok ama çok zenginlerdi.