top of page

YAZAR OLMAK İSTEYEN AŞÇI

  • Fatma Tülin
  • 15 Haz 2024
  • 2 dakikada okunur

Yazar: Fatma Tülin

Editör: Zeliha Kılıç

ree

Karanlık ve boğucu mutfağında baklava hamuru yoğuruyordu. Onun bu halini görseniz boks maçı yapıyor sanabilirdiniz. Hamura müthiş öfkeli yumruklar atıyor, cevizleri çatır çutur kırıyor, oklavayı takır tukur tezgâha vuruyor, etrafı nişastaya buluyordu. Peki ama neden böyle mutsuz ve bu denli öfkeliydi?

Çünkü hep yazar olmak istemişti ama kaderin bir cilvesi midir, kahvenin telvesi midir yoksa yaptığı ya da yapmadıklarının meyvesi midir? Bilinmez. Nasıl olduysa kendini mutfakta buluvermişti. Elinde bir kevgir, önünde boy boy tavalar, kocaman kazanlar…

“Ah, bir yazar olaydım,” diye dertlenerek, tak tak tak doğrardı soğanları. Çat çat çat kırardı yumurtaları, cozur cozur kızartırdı patatesleri. Domatesler endişeden kızardıkça kızarır, pirinçler, mercimekler korkuyla etrafa saçılır, kaçacak bir fare deliği arardı peynirler.  Merdane bile ondan çekinir, mantı yapmak için onu eline alacak diye ödü kopardı. Baharatların korkudan kokusu birbirine karışır, aşçı hmfıs hmfıs koklasa da bazen onları birbirinden ayıramazdı. O yüzdendi geçen gün salebe kimyon döküp müşterileri kaçırması. Hünkârbeğendi ‘ye tuz yerine pudra şekeri attığı günü hafızasından silse de kendisi dışında herkes hatırlıyordu. Bazen yamaklar birbirlerine muzip muzip bakıp, bıyık altından gülüyordu.

 “Bir kilo kıyma, aman ne kadar saçma!” diyerek yaptığı köfteler olurdu sanki taş. Hele bir mercimek çorbası yapardı ki içenler şöyle derdi: “Biz yemeyiz böyle tatsız tuzsuz aş.” Garsonlar buharı tüten çorbaları mutfağa geri getirirdi pür telaş. “Nesini beğenmemişler bakayım!” der, kimse yokken tadınca kendi de beğenmezdi.

Bir gün aklına bir fikir geldi. Elindeki kepçeyi fırlattığı gibi çekmecesinden defterini kalemini çıkardı. Uzun zamandır karanlıkta kalan defter ve kalem şaşkınlıkla gözlerini ovuşturdular. “Ah bu ne parlak bir fikir!” diyerek başladı hızlı hızlı yazmaya. Sanki acele etmezse aklındakiler uçuverecekti.

 “Bir varmış da bir yokmuş. Afacan bir tavuğun dört yumurtası kabuklarından kurtulup, bir bardak şekerle karışmış. Altın renkli, havalı ve hep haklı çıkma meraklısı zeytinyağı durur mu? ‘Kambersiz düğün, bensiz kek olmaz,’ deyip aralarına karışmış. Tam üste çıkmış keyfine bakarken, ‘sensiz olmaz da bensiz olur mu?’ diyen un, bir elekten yağmur gibi yağmış üstlerine.”

Bizim aşçı yazdı da yazdı, yazarken gözleri parladı. Bitirince üstünden bir yük kalkmıştı, sanki yaşam amacını bulmuştu. Ama tembelliğe alışan kalemin başı dönmüş, beli ağrımıştı. Aşçı yazmayı bitirince, o da bir oh çekti.

 Üzerine ilham tuzu serpilmiş gibi yazdığı tarifi hemen denedi. Aman o nasıl lezzetine doyulmaz, şiir gibi bir kek olmuştu! Aşçının ağzı kulaklarındaydı, yanakları sanki bir elmaydı, gözleri bir üzüm gibi parlıyordu. Bu hali mutfağa da tesir etti.  Biber daha az acı, soğan bile daha nazikti.

Kaynayan nohut, sotelenen et, kızaran tavuk, fokurdayan çorba, şerbetini çeken baklava, rendelenen havuç. Aşçı şef, onlar orkestra olmuştu. Neşeli bir türkü ve mis gibi bir koku taşıyordu dışarıya.

Artık mutfaktan ayrılamaz oldu. “Allah Allah” diyordu hayretle elini çenesine koyarak. “Nasıl oldu da kapkaranlık, zindan gibi mutfak, oldu şimdi bana aydınlık ve sıcak bir kucak? Neden soğan beni ağlatmaz, yağlar yüzüme sıçramaz, pilavların dibi tutmaz oldu?”

Mutfak ahalisi de heyecanlıydı, aşçıya ilham vermek için sıraya girmişlerdi. Çilekler “Dondurma tarifi yaz,” diye zıplıyor, patlıcanlar, baş kahramanı imam olan bir hikâye fısıldıyorlardı. Çay bardakları fısır fısır beş çayı tarifleri veriyorlardı.

Yazdığı edebi tarifler öyle beğenildi ki yayınevleri basmak için sıraya girdi. Bizim aşçının boy boy fotoğrafları çıktı gazetede. Fotoğrafa dikkatle bakanlar sadece aşçının mutlu yanaklarını değil, şehriyelerin ışıl ışıl, kabakların mesut, maydanozların gururlu olduğunu, hatta kadraja sığmak için başını uzatan pırasanın neşesini bile görebilirdi.

 
 

©2023, Recep Bilal Aksu tarafından kurulmuştur.

  • Instagram
bottom of page