TUHAFLIKLAR ORMANI
- Elif Çelebi
- 18 Kas 2023
- 3 dakikada okunur
Güncelleme tarihi: 8 Ara 2023
Yazar: Elif Çelebi
Çizer: Nurbanu Akdemir
Editör: Betül Nur Köse
Şef Editör: Behice Kavak

Güneşin pili azalmış gibi, bu sıralar bizi pek aydınlatmıyor. Zaten bizim buraların tuhaflıkları meşhurdur. Nedenini merak mı ettiniz? E o hâlde anlatayım. İlginç bir yerde yaşıyoruz. Uçsuz bucaksız bir ormanın içinde, kaç odası olduğunu hâlâ netleştiremediğimiz, nasıl oluyorsa her seferinde değişiyor, bir evde yaşıyoruz. Evimizi çevreleyen ağaçlar bir tuhaf mesela. Gündüzleri güneşten faydalanmak için olacak sanırım, göğe kadar uzuyorlar. Öyle ki güneşi birkaç yaprak arasından görebiliyoruz. Geceyse yüksek sıcaklıkta yıkanmış çamaşırlar gibi çekiyorlar, kısacık oluyorlar. Zifiri karanlık gökyüzü, hep var olan dolunay ve olmazsa olmaz yarasalar... Hatta yarasalardan birisi bence dolunayın sol alt kısmına yapışmış. Hep aynı yerde durmasının başka bir açıklaması olabilir mi?
Tabii tuhaflıklar bunlarla sınırlı değil. Mesela isteğimizin dışında bir evcil ruhumuz var. Gerçi daha çok o ev sahibi, biz onun evcil insanları gibiyiz. İlk zamanlar ondan korkmuştuk hatta taşınacaktık. Sonra paramızın olmadığını hatırlayınca onu kabullenmeye karar verdik. Resmen evin şımarık çocuğu! Sürekli yerlere bir şeyler döküyor, eşyaların yerini değiştiriyor, saklıyor. Bazen uyurken bizi sürükleyerek başka yerlere taşıyor. Şakalar yapıyor, saklandığı yerden önümüze pat diye atlayıp bizi korkutuyor. Sonraki gün yemek üzere ayırdığımız yemekleri bile yiyor. Anlayacağınız tam bir baş belası. Buraya taşınmadan önce annemler bana bir kardeş getirme konusunda çok istekliydiler. Artık kesinlikle istemiyorlar.
Aslında tüm bu tuhaflıklara alışmıştık. Bunlar bizim için yeni normaller olmuştu. Derken bir gün yarım bıraktığım kitabımı tekrar elime almıştım ki birden yere düşüverdi. Haydaa! Kaldığım yeri karıştırdım. Kitaba hızlıca göz atarken ansızın arkamdan biri geçti. Bu tuhaftı çünkü annemle babam karşımdaydı. Evcil ruhumuz Biçura, mutfakta her yeri birbirine katıp dünden kalma yemeklere limon sıkarak yiyordu. Evet ekşi onun zaafıydı iyi ama arkamdan geçen şey neydi?
— Ay ben bir yaramaz ruhu daha kaldıramam!
Bu feryat anneme aitti. Hemen sonrasında bayıldı ve babamın kollarına yığıldı. Aynı anda üst kattan hızlı yürüme sesleri geliyordu.
— Ben bakarım, sen annenle kal.
Kahraman babam titrediğini belli etmemeye çalışarak üst kata çıktı. Takır tukur, gacır gucur. Ve saatler geçti. Sonunda dili dışarıda, koşmaktan yorulmuş olarak geldi.
— Bu evde kaç oda var böyle yaa! Yakalayamadım!
— Bilen birine sormak lazım.
— Tabii ya, gidip Afife Hatun’a soralım! İyi güzel de nehrin üzerindeki o kendine hayrı olmayan incecik köprüyü nasıl geçeceğiz? Ben hayatımda böyle bir nehir görmedim, geçen sefer yetişmeselerdi beni boğuyordu.
— Bunlar hep tecrübe hayatım. Afife Hatun ne dedi? Önce selam verip biraz eğileceksin sonra suya bakmadan ve gürültü yapmadan sakince köprüden geçeceksin. Gayet basit.
— Demesi hep çok kolaydır. Of tamam! Ben gidip Afife Hatun’u çağıracağım. Siz de kendinize dikkat edin.
Babam mutsuz bir şekilde evden çıktı. Onu bekleyen uzun ve meşakkatli bir yol vardı. Yarasaların ürkütücü sesleri eve kadar geliyordu. Hava kararmaya, ağaçlar uzamaya başlamıştı. Babamın önce, sürekli uzadıkları için aniden dal çıkartan ağaçları, yara almadan geçmesi gerekiyordu. Sonra da korkunç dalgaları olan nehri geçmeliydi. Dalgalar o kadar şiddetliydi ki insan bakmadan duramıyor, bakınca da nehir kızıp insanın başını döndürüyor ve suya düşürüyordu. Olur da başarılı bir şekilde köprüyü geçerse hem bataklığı hem dikenlerini batırmayı seven çalıları geçmesi gerekecekti. Sonra hedefine ulaşacaktı.
Gece üç sularında babam alnında ve kollarında derin çizikler, bacağında çıkarmayı unuttuğu bir çalı dikeni, çamurunu hâlâ salmamış ayakkabıları ve kuruduğu belli olan kıyafetleriyle bitap hâlde dönmüştü. İçeri girer girmez eve çürümüş bir odun kokusu yayıldı. Kokunun keskinliğinden birkaç saniye kimse nefes alamadı. Neyse ki koku duyusu çabuk yoruluyordu, hele de keskin ve yoğun kokularda. Beynimiz kokuya uyum sağlayınca babama odaklanabildik. Önce hiç konuşmadı, sonra biraz öksürdü. Öksürdükçe ağzından yapraklar, çakıl taşları çıkıyordu. Sanki saçlarının arasında da birkaç örümcek dolaşıyordu.
— Önemli bir şey değilmiş yaa!
Bu cümlesinden sonra yığılıverdi babam ve ertesi gün öğleye kadar uyudu. Uyandığında bize her şeyi sakince anlattı. Afife Hatun’a evdeki varlıktan biraz bahsedince hemen tanımış.
— Çarşamba Karısı’dır ya, niye bu kadar gerildiniz? Her çarşamba birilerine uğrar zaten. Gezmek için bir günü olduğundan dolayı hızlı hızlı gezer her yeri. Biraz misafirperver olun canım siz de. Biz bu ormanda misafirlere fazlasıyla saygı duyarız.
Böylelikle evimizin yeni bir üyesi daha oldu. Günler günleri kovaladı, tuhaflıklar tuhaflıkları. Ee, demiştim ya zaten, bizim buraların tuhaflıkları meşhurdur.