top of page

SON ŞEHRİN İNSANLARI

  • Zeynep Yıldırım
  • 25 Nis 2024
  • 4 dakikada okunur

Yazar: Zeynep Yıldırım

Editör: Sevde Kılıç

Şef Editör: Behice Kavak


ree

Bu metin, nesiller boyu anlatılası bir hikâyeden bahseder. Bir vakit gelmiş, dünyada tarım bitmişti. İnsanların çevreyi umarsızca kirletmesi, yanlış ilaç, gübre kullanması yüzünden toprak az ve verimsizdi. Kentleşme, sanayileşme derken tarım alanı kalmamıştı. İnsanlar daha önce böyle bir şey yaşamadıkları için ne yapacaklarını bilemediler. Durum çığırından çıktı. Çok fazla insan ve hayvan hayatını kaybetti. Dünyada kalan son insanlar, toplanıp bir şehir ve köy kurdular. Sonunda tarım tekrar başlamıştı. Tarih tekerrür eder, yine tekrar edecekti.

Dünyanın son insanları, Son Şehir’de yaşıyorlardı. Son Köy şehrin tek köyüydü. Son Köy’de yaklaşık 200 kişi yaşıyordu. Köyün çevresi, uçsuz bucaksız tarlalarla doluydu. Son Şehir’in bütün meyve, sebze ve tahıl ihtiyacı tarlalardan karşılanıyordu.

Köyün en yaşlısı, Âlim Dedeydi. Köylü, onu sever sayardı. “Âdemoğlu istedi mi her şeyi yapacağına inanır lakin; toprağı yapamaz, topraksız bu dünyada kimse yaşayamaz,” derdi.

Âlim Dede bir gün, “Köyümüzde okul yok. Bir okul yapalım. Çocuklar ve gençler, şehirde okuyup köye geri gelsinler. Okulda eğitim vermeye başlasınlar. Eğitimsiz büyüyen çocuk, toprağı kötü olduğu için meyve veremeyen ağaç gibidir.” dedi. Köylüler de iyi fikir deyip çocukları ve gençleri gönderdiler. Köyde hep elli yaş üzeri olanlar kalmıştı.

Aradan yıllar geçti. Köylüler, yaşlılıktan tarım yapamaz hâle geldiler. Çok defa gençlerden geri gelmelerini istediler. Fakat giden gençler yeni bir icat bulduklarını, tarıma gerek olmadığını söylediler. Geri gelmediler. Yeni bir şurup yapmışlardı. Üstelik bitkilerden değil. Tamamen yapay, laboratuvar ortamında oluşturmuşlardı. Son Şehir’deki herkes tarım tekrar bitse bile eskisi gibi olmayacağından emindi. Fakat köydekiler böyle düşünmüyordu. Yıllar içinde, Âlim Dede ve birçok yaşlı insan vefat etti. Tecrübelerini alıp gittiler. Kalan köylüler iktisatlı bir şekilde ambarlara sakladıkları buğdayları, tahılları kullandılar. Ama stokları eriyordu.

Şehirde herkes, bu yeni düzenden memnun görünüyordu. İnsanlar, yemek hazırlamakla ve yemekle uğraşmadıkları için zamanları bereketlenmişti. Nişasta, şeker gibi ham maddeler olmadığından abur cuburlar artık yoktu. Sağlıkları düzelmişti. Çocuklar sebze yemekten kurtulduk diye göbek attılar ama meyveleri özlüyorlardı.

Hayvanlara da şuruplardan içiriyorlardı. Zaten dünyada az hayvan türü kalmıştı. Onları da şuruplarla beslediler. Depolar dolusu şuruplar yaptılar. Şurupların içinde yeterli vitamin, mineral var; meyvesiz, sebzesiz yaşarız dediler. Ayrıca et, süt ürünleri neyimize yetmiyor dediler. Manavlar, hâller kapandı. Her yer şurup deposu olmuştu.

Şurupla beslenmeye başlamalarının üzerinden dört ay geçmişti. Çok et yemekten kaynaklanan gut hastalığında artış oldu. Çok tüketildiğinden, insanların süt ürünlerine alerjisi oluştu. Et ve süt ürünlerini çok tüketmek yasaklandı.

Bir süre sonra süt ve yumurta kalmadı. Allah’ın yarattığı yeşil otu yediğinde bembeyaz süt veren hayvanlar, şurup içtiğinde bir damla süt vermiyordu. Tavuklar yumurtlamıyordu.

İnsanların midelerine giden miktar azalınca vücutları küçüldü. Herkes zayıfladı. Zayıflayınca sağlıklı olduklarını sandılar. Ama insanların da hayvanların da katı gıdayı az yediklerinden bağırsakları iflas etmeye başlayacaktı.

Bir süre sonra çiğneme reflekslerini kaybettiler. Kullanılmadığı için çene kasları zayıfladı. İnsanların konuşmaları bozuldu. Sesli harfleri çıkarırken, ağızlarını açmaları gerektiği için zorlanıyorlardı. Ağızları yumuk şekilde “Mırıbı, gınıydın,” diye mıyıl mıyıl konuşuyorlardı. Öğretmenler ders anlatmak istemiyordu. Çünkü çocuklar gülmekten ders dinlemiyordu. Kimse uzun süre konuşamıyordu çünkü çeneleri ağrıyordu. Sakız fabrikaları çoktan batmıştı. Son Şehir’de sakız kelimesi unutulmuştu.

Zamanla insanlar çok çabuk öfkelenip, her şeye çok üzülür oldular. Çünkü yemek yemekten aldıkları zevk artık yoktu. Trafikte sürekli kavgalar oluyordu. Çok stresliydiler, sıkılmışlardı. Yemek yemeyi özlemişlerdi. Tat alma duyuları da köreldi. Artık, şurupların kekremsi tadını hissedemiyorlardı.

Kimse kendini iyi hissetmiyordu. Her şey daha da kötüye gitmeden bir şeyler yapılması gerekiyordu. Köyden gelen gençlerden dört tanesi gönüllü oldu. Köye dönüp tekrar tarım yapacaklardı.

Son Köy’e dönmek için gönüllü olan dört genç, dünyadaki son insanların, son umuduydu. Nuh, Hüsme, Özlem ve Serhat. Hüsme, Âlim Dede’nin torunuydu. İsmi, Arapçada lavanta demek olan “hüsâme” kelimesinden geliyordu. Adını, dedesi vermişti. Özlem ise, şehre gittiklerinden beri köyü özledim diye ağlıyordu. Şimdi köye döneceği için mutluydu. Serhat ve Nuh donanımlı ve dinamik gençlerdi. Hafif bir meltemle tohumlarını saçmayı bekleyen karahindiba gibiydiler.

Köye geldiklerinde gördükleri manzara, hiç de iç açıcı değildi. Köylülerin stokları tükenmiş, şurup içmeye başlamışlardı. Tarım yapacaklardı ama ekecek tohum yoktu.

Şehirdeki insanlar, laboratuvar ortamında tohum üretmeye, filizlendirmeye çalıştılar ama olmadı. Teknoloji her şeyi yapamazdı elbette. Dört arkadaşın ve diğer herkesin umutları tükenmişti. Hüsme, dedesinin sözünü hatırladı. “Âdemoğlu istedi mi her şeyi yapacağına inanır lakin toprağı yapamaz, topraksız bu dünyada kimse yaşayamaz.” Geçmişi özlemişti, dedesinin evine gitmek istedi. İyi gelir ümidiyle, beraber Âlim Dede’nin evine gittiler. Her yer örümcek ağıydı. Eve giren güneş ışıklarında, toz taneleri dans ediyordu. Birden önlerine fare çıktı. Çığlık çığlığa kaçacaklarken Hüsme, “Durun!” diye bağırdı. “Bu fare neyle besleniyor? Köydeki tüm hayvanlar ölmüş olmalıydı.”

Fare mahzene kaçtı. Çocuklar, Felak, Nas okuyarak arkasından gidiyorlardı. Fare bir keseyi kemirmiş, içinden tohum yiyordu. Bunu görünce sevinç çığlıkları attılar. Fare, sesten korkunca, bir sağa bir sola koştu. Bu kez de hoplaya zıplaya korkudan çığlıklar attılar.

Âlim Dede, şehre giden gençler dönmeyince, olacakları tahmin etmişti. Hep sakladığı ata tohumlarını keselere koymuştu. Bir sürü kese vardı. Ama okuma yazması olmadığından, hangi kesede ne olduğuna dair bir not falan bırakamamıştı. En azından ellerinde gerçek tohumlar vardı. Kimi tohumların şeklinden hangi bitkiye ait olduğunu anladılar. Kimilerini ise Bismillah deyip ekeriz dediler. Filizlenince ne olduğunu anlayacaklardı. Keseleri aralarında paylaştılar ve başladılar çalışmaya…

Nuh, meyve tohumlarını alıp ekmeye başladı. Serhat, ekmek yapabilmek için dönüm dönüm buğday ekti. Mevsim sonbahardı, buğday ekmek için en uygun zamandı. Özlem, seralarda sebze yetiştirmeye başlayacak, Hüsme ise çiçek ekecekti. Vücutları zayıf olduğu için işleri çok yavaş yapıyorlardı. Çok yoruluyor, dinlenmek için saatlerce uyuyorlardı. Şehirden destek için yardım ekipleri geldi. Ona rağmen her şey yavaş oluyordu ama pes etmeye niyetleri yoktu. Bu insanlığın son şansıydı.

Özlem; ıspanak, havuç turp, soğan, sarımsak gibi kış sebzelerini ekti. Bunları kışın hasat edince insanlar biraz katı gıda yemeye başlayacaktı. Meyve yemek için ağaçların büyümelerini beklemek gerekiyordu. Hüsme, işe keten tohumu ekerek başladı. Keten kıyafet giymeyi özlemişti. Zaten tekstil fabrikaları çalışmıyordu. İpek böceği, şurupla besleneli ipek yapamaz olmuştu. Pamuk ekmek için ilkbaharı beklemek zorundaydı. En azından uzun zamandır çalışmayan tekstil fabrikalarında keten giysiler üretilirdi. Kasımpatı, çuha çiçeği, menekşe, güneş şapkası gibi sonbaharda ekilebilecek bütün çiçekleri ektiler.

Yaklaşık 8 ay sonra, yaz geldiğinde buğdayı hasat ettiler. Köydeki eski değirmende öğütüp un yaptılar. Ekmek yemek için sabırsızlanıyordu herkes. Toz içinde kalmış fırınlar çoktan temizlenip, hazırlanmıştı. Fırınlarda ekmekler yapıldı. Bütün ahaliye dağıtıldı. İnsanlar, ekmeği çok özlemişlerdi. Çocuklar, sadece kuru ekmek yiyerek karnını doyuruyordu. Fakat bir süre sonra kabız oldular. Bağırsakları, katı gıdaya hemen alışamadı. Hüsme, insanlara sinameki dağıttı. Allah, bitkilerin içine her hastalığın şifasını koymuştu.

Aradan yıllar geçti. İnsanlar, sebze ve meyve yedikçe güçlenmiş, tarım hızlanmıştı. Her şey neredeyse düzelmişti. Eğitimciler, müfredata tarım dersi koymuştu. Yaşadıklarını nesilden nesle aktarıyorlardı. Bir daha yaşanmasın diye…

 
 

©2023, Recep Bilal Aksu tarafından kurulmuştur.

  • Instagram
bottom of page