SİVRİBURUN AİLESİ
- Gülsüm Karaman
- 18 Kas 2023
- 3 dakikada okunur
Güncelleme tarihi: 6 Ara 2023
Yazar: Gülsüm Karaman
Editör: Elif Enfal
Şef Editör: Behice Kavak

Öğretmenim bugün sınıfa yeni bir arkadaşımızın geleceğini söyleyince çok heyecanlandım. Acaba iyi anlaşabilir miyiz, diye düşünmeye başladım. O esnada yeni arkadaşımız sınıfa girdi ve şaşkınlıktan hepimizin ağzı açık kaldı. Çünkü karşımızda gördüğümüz kişi uzun kolları ve bacakları, incecik beli, küçücük burnu, parlak kırmızı gözleri, belirgin elmacık kemikleri ve griye çalan teniyle bir maglodan başkası değildi. Peki biz bu magloyla nasıl anlaşacaktık? Bir insanla bir maglo arkadaş olabilir miydi? Bunu anlamak için magloyu gözlemlemeye ve bulduğum sonuçları günlük şeklinde yazmaya karar verdim.
1 Mart Pazartesi
Yeni öğrencinin adı Dalya Sivriburun. Babasının işi sebebiyle buraya taşınmışlar ve o da bizim sınıfa gelmiş. Gözlerinin rengi o kadar güzel ki insan uzun uzun bakmaktan kendini alamıyor. Ama upuzun siyah saçları genelde yüzünün yarısını kapladığı için biraz korkutucu görünüyor.
5 Mart Cuma
Dördüncü günün sonunda cesaretimi topladım ve Dalya ile tanışmak için ilk adımı attım. “Merhaba ben Eda. Sınıfımıza hoş geldin!” diyerek elimi uzattım. Kafasını bana doğru çevirdi. Parlak kırmızı gözleriyle ateş edercesine bana baktı. Sonra kafasını evet anlamında aşağı yukarı sallayıp önüne bakmaya devam etti. Benimle konuşmadı bile! Sebebini bilmediğim bir nedenden dolayı bana kızgın olduğunu düşündüm.
9 Mart Salı
Arkadaşlarım, magloların bir hüpletişte kanımı son damlasına kadar içeceklerini, onların çok tehlikeli bir tür olduklarını, onlara fazla yaklaşmamam gerektiğini söylüyordu. Bense kendisini görevine adayan azimli bir gözlemci olarak bildiğimi yapmaya devam ediyordum. Araştırmamı sürdürdüğüm esnada kitabımın arasında bir davetiye buldum. Davetiyede şöyle yazıyordu:
“Sevgili Eda! Ailemle beraber seni ve aileni yarın akşam saat sekizde akşam yemeğine davet ediyoruz. Gelmeniz bizi çok mutlu edecek.”
Adres: Kalburabastı Mahallesi, Gizemli Sokak No: 13
İmza: Dalya SivriburunBu davet beni çok heyecanlandırmıştı. Dalya’nın evine gitmeyi ve ailesiyle tanışmayı çok istiyordum. Ne yazık ki annem ve babam o gün hastanede nöbetçi olacakları için davete gitme konusunda biraz tereddütlüydüm. Fakat babaannemin “Davete icabet etmek sünnettir,” demesi üzerine babaannemle birlikte gitmeye karar verdim.
10 Mart Çarşamba
Babaannemle birlikte taksiye bindik ve önce kocaman ağaçların olduğu bir sokaktan geçtik. Baykuşlar ve yarasalar düet yapıyormuşçasına ahenkle ses çıkarıyordu. Taksiden indiğimizde gördüğümüz manzara karşısındaysa şaşkınlıktan neredeyse küçük dilimizi yutuyorduk. Ağaçların gölgesinde, Ay’ın kalbindeymiş gibi görünen üç katlı bir şato, tepesindeki yarasaların pek de hoş olmayan misafirperverliğiyle önümüzde duruyordu. Babaannem korkudan Yasin’e başlarken ben de en son ezberlediğim Ayetü’l-Kürsi’yi okuyuverdim.
Bir süre sonra Sivriburun Ailesi bizi karşıladı ve hep birlikte yemek yiyeceğimiz salona doğru gittik. Dalya, kulağıma, “Umarım evcil hayvanlara karşı bir alerjiniz yoktur,” diye fısıldadı. “Hayır! Kedi- köpek tüyüne karşı bir alerjimiz yok,” dedim. Fakat kastettiği evcil hayvanın bir hayalet olduğunu daha sonra anladım. Hacda şeytan taşlayan babaannem, hayalete neler yapmaz diye geçirdim içimden.
Yemekleri servis etmek için fen bilimleri dersinde gördüğüm iskelet geldi. Evet bildiğimiz bütün kemikleri sayılan ve kafatası olan iskelet! İlk başta kabak çorbasını gören babaannemin, “Ah şimdi bir de kemik suyu olacaktı…” sözüne içerleyip bize biraz mesafeli yaklaştı ama sonradan aramızı düzelttik. Hatta babaanneme akşam namazı için kıbleyi bile gösterdi. Eve dönme vakti gelince Dalya bana bir paket uzattı ve onu eve gidince açmamı söyledi. Eve gider gitmez hemen paketi açtım. Paketin içinde şöyle bir not vardı:
“Sevgili Eda! Cuma günü çok heyecanlandığım için seninle konuşamadım ama benimle arkadaş olduğun için çok teşekkür ederim.”Dalya bana almayı çok istediğim mini bir kalimba hediye etmişti.
15 Mart Pazartesi
Bugün itibariyle Dalya hakkında her şeyi not etmeye son veriyorum. Çünkü fark ettim ki sadece insanlarla maglolar birbirinden farklı değil. İnsanlar da birbirlerinden farklı. Birbirlerinden farklı şeyleri sevip farklı şeyleri tercih edebiliyorlar. Ben kırmızıyı severken bir başkası maviyi sevebiliyor. Ben kitap okurken bir başkası resim çizebiliyor. Ben patates kızartmasını ketçaplı severken bir başkası da vişne püreli sevebiliyor. Gerçi hâlâ Dalya’nın patates kızartmasını vişne püreli nasıl sevebildiğini anlamış değilim. Ama artık bunun bir önemi yok. Çünkü önemli olan farklılıklarımıza rağmen anlaşabilmek.