top of page

SEYYAHMET İLE KÖFTE YOLCULUĞU

  • Yazarın fotoğrafı: Nur Banu İlerigelen
    Nur Banu İlerigelen
  • 13 Haz 2024
  • 2 dakikada okunur

Yazar: Nur Banu İlerigelen

Editör: Nefise Dilvin Sığırcıoğlu


ree

Merhaba! Ben Ahmet. Seyyah Ahmet. Arkadaşlarım bana kısaca “Seyyahmet” derler. On üç yaşımdayım ve bir seyyahım. Seyahatlerimi yeni lezzetler keşfetmek için yaparım. Size de burada son seyahatimden bahsetmek istiyorum. Günlerden 8 Mart Cuma’ydı. Valizimi hazırladım. Birkaç parça kıyafetimin yanına tabletimi de koydum. Yediğim yemeklerin fotoğraflarını çekmeyi ve öğrendiğim bilgileri tabletime not etmeyi çok severim.

Bu sefer köfte için seyahat edecektim. Yola çıkmadan önce köfteyle ilgili biraz araştırma yaptım. Köftenin Farsça kökenli bir kelime olduğunu öğrendim. “Dövülmüş, çiğnenmiş” demek. İlk olarak Orta Asya ve Mezopotamya bölgelerinde ortaya çıkmış. Çıkış amacı ise az etten çok yiyecek üretmekmiş. Bu yüzden başlarda ekmek arasına konarak satılmış. On gün süren seyahatim boyunca farklı köfteler yedim. Bilirsiniz, köfte de çeşit çeşittir. Örneğin bulgurdan yaparsınız, çiğköfte olur. Mercimekten yaparsınız, mercimek köftesi olur. Kabaktan yaparsınız, mücver olur. Mücverin bir köfte olduğunu duyunca siz de benim gibi şaşırdınız, değil mi? Ya da belki biliyordunuz. Neyse, konuyu dağıtmayayım. Benim asıl kastettiğim köfteler, kırmızı etten yani kıymadan yapılanlar.

İlk köfteyi yemek için Akçaabat’a yola çıktım. Yoldayken araştırmalarıma devam ettim. On beşinci yüzyılda Osmanlı saraylarında da köfte pişirilirmiş. Hatta Kanunî Sultan Süleyman, oğullarının sünnet cemiyetinde davetlilere köfte ve ekmek ikram etmiş. Bunu hemen tabletime not aldım. Yolculuk sonunda Akçaabat’a vardım ve tanınmış bir yerde ilk köftemi yedim. Köftenin içinde sarımsak ve ekmek vardı. Bunlar Akçaabat köftesini diğer köftelerden ayıran ana malzemelermiş, öyle söyledi garson abi. Teşekkür edip hesabı ödedim. Biraz Akçaabat’ı gezdikten sonra ıslama köfte için Sakarya’ya yola çıktım.

Seyahatimin üçüncü günüydü. Sakarya’ya vardım ve bulduğum ilk yerde ıslama köfteyi tattım. Islama köfteyle Birinci ve İkinci Balkan Savaşları’nda ülkemize göç eden Boşnak ve Makedonlar sayesinde tanışmışız. Göçmenler bayat ekmekleri değerlendirmek için kemik suyuna batırmışlar. Yerleşik hayata geçince de bu ekmekleri, üzerine koydukları Balkan köftesiyle yemişler. Başlarda köftenin ıslak olduğunu düşünmüştüm. Asıl ıslak olan ekmeklermiş meğer. Vakit kaybetmeden yeni lezzetler için Sakarya’dan ayrıldım. Birçok şehir gezdim, birçok köfte yedim. Pişmiş pirinçle yapılan Kadınbudu köfte, adını Osmanlı’da bir padişahtan aldığı söylenen Hasanpaşa köfte, ilk olarak Rumlar tarafından yapılan İzmir köfte ve daha nicesi… Artık yavaş yavaş yorulmaya başlamıştım. Neyse ki son bir durağım kalmıştı. İnegöl köftesini tatmak için İnegöl’e yolcusuydum.

Vardığımda çarşı içinde bulunan tarihi bir köfteciye girdim. Dükkân sahibiyle tanışıp ona seyahatimden bahsettim. İnegöl köftesini ilk kez 1892’de Bulgaristan’dan İnegöl’e göç eden büyük dedeleri Mustafa Efendi yapmış. Sonrasında babadan oğula bir miras gibi köfteciliğe devam etmişler. Memnuniyetimi sunarak dükkândan ayrıldım. Artık eve dönüş vaktiydi. Doğruca yola koyuldum.

Gezdiğim şehirler, tanıdığım insanlar, birbirinden güzel tatlar… Her yolculuk insanı biraz değiştirir. Ben de değişmiş ve köfteyle ilgili çok şey öğrenmiştim. Hiçbirini diğerine tercih edemedim. Çünkü her birinin farklı bir lezzeti ve farklı bir hikâyesi vardı. Zaten bir yiyeceğe lezzet veren en önemli şey hikâyesi değil midir?

 
 

©2023, Recep Bilal Aksu tarafından kurulmuştur.

  • Instagram
bottom of page