SEYAHAT ETMEYİ KİM SEVMEZ?
- Şeyma Nur Eser
- 17 Kas 2023
- 3 dakikada okunur
Güncelleme tarihi: 6 Ara 2023
Yazar: Şeyma Nur Eser
Editör: Merve Coşkun
Şef Editör: Behice Kavak

Eli ve Orlon, buz gibi havayla ve geceden beri devam eden yoğun yağmurun sebep olduğu küçük su ve çamur gölcükleriyle güne harika bir başlangıç yapmıştı. Aileleri bir süredir yanlarında değildi, kan stoku yapabilmek için şehir şehir dolaşıyorlardı. Çünkü bir vampir olarak sürekli aynı bölgede beslenirseniz, insanların dikkatini çekebilirsiniz.
Eğer yetişkin bir vampir değilseniz, beslenmeniz için en iyi fırsatı hastanelerin kan saklama dolaplarında ya da mahallelerde gezen kan bağışı tırlarında bulabilirsiniz. Bu yüzdendir ki anne ve babası eğlenceli maceralara atılırken Eli ve Orlon okula gitmek zorunda kalıyordu. Bu da yetmezmiş gibi çirkin, dışı rengârenk boyanmış, capcanlı bir bahçeye sahip bu gudubet evi, kendi evleriymiş gibi tanıtmak zorundalardı okuldakilere.
Okuldaki arkadaşlarıyla aralarına biraz mesafe koymak zorunda olduklarından ve onlardan uzak durmaya çalıştıklarından dolayı arkadaşları onlara “alıngan” lakabını takmıştı. Eli ve Orlon’un onlardan uzak kalma sebebini anlayamadıklarından bu durumun şaka ve sataşmaları kaldıramamalarından ötürü olduğunu varsayıyorlardı. “Ha ha haa, alıngan bunlar,” “Asosyaller! Nereye gidiyorsunuz?” Okul arkadaşlarının günlük dalga geçme rutini hâline gelmişti.
Orlon kafasına takmıyordu ama Eli içten içe çok üzülüyordu bu duruma. O gün yine fazlasıyla can sıkıcı bir olay yaşadı Eli. Tam teneffüse çıkacakları sırada itiş-kakış, şakalaşma başladı sınıfta. Derken arkadaşlarından biri tam da Eli’nin yanında yere düşüp, başını kapının kenarına çarptı. Arkadaşı yerken kalkamıyordu ancak sınıftakiler Eli’ye bakmaktan yaralı çocukla ilgilenmediler bile. Eli bir tuhaf davranıyordu. Gözleri sımsıkı kapalı, buz gibi terler eşliğinde zangır zangır titriyordu. Kanın kokusunu almamaya çalışan Eli, gözlerini kapatmış, gece karanlığında parlayan ayı, kurtların ulumasını, rahatlatıcı zift ve yıllanmış küf kokusunu içine çektiğini hayal etmeye çalışıyordu. Ama faydasız bir çabaydı bu çünkü kan çok yakınında akmaya devam ediyordu. Gözlerini açmasıyla arkasına bakmadan sınıftan koşarak çıkması bir oldu. Tüm arkadaşları şok olmuştu onun bu davranışı karşısında. Elbette başladılar arkasından bağırmaya;
“Yok artık, bu kadarına da pes doğrusu!”
“Ne biçim birisin sen! Kolundan tutup kaldırmadın bile!”
“Yine üstüne alındı galiba, onu düşüren sen değilsin sakin olsana.”
“Alıngansın işte. Alıngan!”
Eli, ailesiyle gece gizli gizli buluştukları sığınaklarına koşuyordu, oraya varana kadar hiç durmadı. Durduğunda ise nefes nefese kalmıştı, ağlıyor ve titriyordu. Kapıyı açmakta zorlanıyordu, açtığında ise hiç beklemediği bir manzarayla karşılaştı. Sürpriiiiiz! sesleriyle birlikte kurtçuk konfetisi patlatılmıştı üstüne. Her yer karanlıktı, bir şey göremedi önce, loş ışıklar eşliğinde tek tek parlamaya başladı Eli’nin sürpriz doğum günü için erken gelen ailesinin yüzleri. Herkes bir yandan gülüyor bir yandan da “İyi ki doğdun!” diye bağırıyordu. Vampirler koşarken hızlı ama duygu geçişleri konusunda hızlı değilmiş diye geçirdi içinden kendini toplamaya çalışırken. Gülmeye çalışıyor ama aynı zamanda hem nefesini kontrol edip hem göz yaşlarını silmeye çalıştığı için çok da samimi göründüğünü düşünmüyordu Eli. Masanın üzerine dizilmiş, üzerleri soğuktan buğulanmış kan dolu şişeleri görünce toparladı kendini. Artık ne madden ne de manen kaldırmıyordu vücudu, bir an önce kan içmeliydi. Önce kokusunu içine çekip tüm damarlarının hareket ettiğini hissetti ve sonra içti koca bir şişeyi. İşte şimdi oldu, yaşadığını hissetti.
Herkes çok mutluydu o gece, doyasıya yiyip içtiler ve en önemlisi hasret giderdiler. Gecenin sonunda Eli’nin büyük büyük dedesi yanına geldi ve kapıdan girerken neden mutsuz olduğunu sordu. Eli fark edilmiş olmasına biraz şaşırsa da galiba birinin ona, “İyi misin?” sorusunu yöneltmesine sevinmişti.
Uzunca bir sessizlik oldu. Eli okulda yaşadığı olayı yeniden hatırladı ve etraftaki tüm sesler bir anda kesildi. Sadece dekorasyon için duvarlara asılan et parçalarından damlayan kanların sesini duyuyordu, bir de duvarda gezinen örümceklerin alçak sesli tıkırtılarını. Okul arkadaşlarının arkasından bağırışları çınlamaya başladı kulaklarında. Derken bir anda bölündü düşünceleri, büyük dedesinin sözüyle.
“Abin biraz bahsetti, alıngan diyorlarmış.”
“Evet, sürekli.”
“Sen de buna çok üzülüyormuşsun, öyle mi?”
“Evet, hem de çok.”
“O zaman, dinle bakalım ufaklık. Büyük büyük büyük dedelerimiz eskiden rahat rahat dolaşıp insanların kapılarına gidip beslenebildikleri bir dönemde,
Dayanmışlar köyün birinde gece vakti bir kapıya
Açmış yaşlı mı yaşlı bir amca.
Demiş bizimkiler biz çok açız
Demiş amca, buyurun misafire her zaman kapımız açık.
Yok demişler öyle değil, kesmez bizi hiçbir aşınız.
Dişlerini gören amca anlamış bu durum pek karışık.
Yapmayın etmeyin çocuklarım var boyum kadar
Ooo en sevdiğimiz tazecik kanlar.
Sakin olun demiş oğlu, biz düşündük bu durumu
Bize zarar vermeyin alın tüm bu dolaptaki kanları
Tamam demişler kabul, bu anlaşma bizi doyurur.”
“Ee, sonra ne olmuş büyük dede.”
Her hafta oraya uğramayı âdet edinmişler ve o amcanın doktor olan oğlu kendilerine zarar gelmesin diye her hastasından gerektiğinden fazla kan alıp eve depolamaya başlamış, her geldiklerinde, “Alın kan!” demiş. Alın kan, alın gan, alıngan derken bu kelime biz vampirler için üzülecek bir anlam olmaktan çıkmış artık.
Bu hikâye Eli’yi biraz şaşırtmış ama çok da mutlu etmiş. Artık ona böyle seslenen arkadaşlarına farklı bir gözden bakmaya başlamış. Ona böyle seslenen arkadaşlarını ormana, kuytu mekanlara hatta ailecek gittikleri gizli evlerine götürmeye başlamış. Bu yüzden olsa gerek, semt değiştirme vakitleri gelmiş vampir ailesinin. Acaba büyük büyük dedesi bu hikâyeyi seyahat etmeyi özlediği, yeni semtlere gitmeyi çok sevdiği için mi anlatmıştı Eli’ye? Öyle ya da böyle siz, siz olun hiçbir vampire alıngan diye seslenmeyin.