Sessiz Adanın Son Sessizliği
- Emine Gümüş

- 4 Ara 2024
- 3 dakikada okunur
Yazan: Emine Gümüş
Editör: Gülşah Sarı
Çizer: Tuğba Aktaş Özdemir

Çok uzak bir yerde, dünyanın öbür ucunda sessizliği ile ünlenmiş bir ada vardı. Adanın adı, sessizlikti. Bu adada yüksek sesle konuşulmaz ve yüksek ses çıkaran işler yapılmazdı. Herkes çok sessizdi. İşler sessiz bir şekilde halledilirdi. Çocuklar bile kavga ederken birbirlerine seslerini yükseltmeden ve bağırıp çağırmadan kavga ederlerdi. Az sesleri yükselecek olsa hemen büyükler tarafından müdahale edilir ve susturulurlardı. Sessizlik bu adaya o kadar hâkimdi ki uçan sineğin bile sesi duyulabiliyordu.
Adada yaşayan herkes birbirini tanıyordu. Nasıl tanımasın ki? Zaten hepi topu 100 kişi vardı. Şöhret de bu adada yaşayan 100. kişiydi. Burada mutluluğun uğramadığı ev ve sokak yoktu. Herkes birbirine gülen gözlerle bakıyordu. Yıllardır teknolojinin gürültüsünden uzak, huzurla yaşıyorlardı. İnsanlar kuşların cıvıltıları, denizin tatlı tatlı kıyıya vuran dalgalarının sesiyle uyum içinde yaşıyorlardı. Fakat bu… Bu, değişmek üzereydi.
Günün birinde İlerleme adında büyük bir gemi adanın limanına yanaştı adanın. Gemi adaya teknolojiyi getirdi. Ada halkını müziği her yere taşıyan küçük cihazlarla tanıştırdı. Kulaklıklar. Ada halkı, bu cihazlardan gelen sesleri merakla karşıladılar. Biraz zaman geçince bu küçük cihazı çok sevdi ve en çok bilinen özelliğini o sene kaybetti.
Yüksek sesle konuşmak, müzik dinlemek, duvarda matkapla delik açabilmek ve çekiçle bir şeylere vurabilmek ne kadar güzel bir şeydi. Bu işe en çok sevinen kuşkusuz, adanın çocukları oldu. Çocuklar kavga ederken artık birbirlerine seslerini rahatça yükseltebiliyordu. Şöhret ve arkadaşları artık özgürdü. Önceden sokaklarda ses çıkmasın diye koşamıyorlardı bile. Şimdi öyle miydi peki? Artık sokakta birbirlerine seslenebiliyorlardı ve kimse onlara bir şey demiyordu. Sokaklarda gürültülü oyunlar oynayabiliyorlardı. Hiç kimse onları susturmak için uğraşmıyordu. Çünkü adadaki herkesin kulağında bir kulaklık vardı. Herkes kendini cistak mistak müzik dinlemeye kaptırmıştı. Kimse kimseyi duymuyordu. Müziğin sesi her geçen gün artıyordu. Sokaklarda bangır bangır müzik sesi yankılanıyordu. Sabah kalkar kalmaz kulağına kulaklığı geçiren halk, gece uyuyana kadar kulağından çıkarmıyordu. Aylar ayları kovaladı. Kaç ay bu şekilde geçti bilmiyordu Şöhret. Ama ters giden bir şeyler vardı. Doğanın huzur veren sesi yerini yapay seslere bırakmıştı. Herkes zamanla kendi dünyasına çekilmişti. Zamanla İlerleme’nin getirmiş olduğu bu teknoloji beraberinde karanlığı da getirmişti. Şöhret, annesi, babası, ablası, abisiyle konuşamıyordu. Çünkü kendisini duymuyorlardı. En yüksek sesi ile sesleniyordu ailesine ama kimse dönüp bakmıyordu. Sadece bizimkiler mi böyle diye düşüne düşüne kendini sokağa attı. Manav İsmet amcaya seslendi cevap gelmedi, biraz ilerledi fırıncı Rasim amcayı gördü ona seslendi o da ses vermedi. Şaşkın, biraz da korku dolu bakışlarla çevresindekilere baktı. Karşısında çocukların en yakın arkadaşı olan Salim dedeyi gördü ona da seslendi bir umutla. Ama ondan da cevap gelmedi. Arkadaşları ile bir araya geldiğinde herkes aynı şeyden bahsediyordu. Kimse çocukları duymuyordu. Duymadıkları gibi sürekli birbirlerine ve onlara bağırıyorlardı. Evde ve sokaktaki herkes booommmm diye patlayacak bir bomba gibi dolaşmaya başlamıştı.
Çok yüksek sesle aylarca müzik dinleyen ada halkı birbirlerinin sesini duyamaz hale gelmiş ve duyma yetisini kaybetmişti. Duyma yetisini kaybeden bu bir avuç insan artık evden çıkmaz olmuştu. İnsanlar birbirlerinden ve yaşadıkları güzel adadan koparak kendi kabuklarına çekilmişti. Artık kimse birbiriyle iletişim kurmuyordu. İnanılır gibi değildi! İnsanlar birbirlerinin yüzlerine bakmıyordu. Herkeste bir sabırsızlık hali ortaya çıktı. Herkes sinir küpü gibi bir hâldeydi. Bu küçük, sessiz, mutlu ada gitmiş yerine sabırsız ve sinirli bir ada gelmişti. Bir kulaklık insanları nasıl bu hale getirmişti? Aklından bu soru geçerken Şöhret’in gözyaşları yanaklarına doğru yuvarlanmaya başlamıştı. Güldüğünde gözlerinin içi gülen insanları geri istiyordu. Saatlerce konuştuğu annesini özlemişti. Sessiz ama huzurlu günlerini arıyordu.
Burnunu büyük bir gürültüyle sildi ve arkadaşlarına, “Bu işi çözmeliyiz,” dedi. Onlar, ada için umudun temsilcisiydi. Herkes bir çözüm düşünecekti. Problemi ortadan kaldırmak için yarın tekrar adadaki en yaşlı ağacın altında buluşacaklardı.
Ertesi gün arkadaşlarıyla anlaştıkları yerde buluştu ve düşündüğü şeyleri söyledi. Adanın tek doktoru olan Doktor Fehmi amcadan işitme kaybını ortadan kaldıran cihazlar olduğunu duymuştu. Adada yüksek sesle müzik dinlemeyen -hâliyle duyabilen- toplam 7 kişi vardı. Bunların 6’sı Şöhret ve arkadaşlarıydı, biri ise Fehmi amcaydı. Fehmi amca aynı zamanda ada halkının en yaşlı kişisiydi. Hep birlikte, gözleri çok iyi görmeyen, kulakları zor olsa da duyabilen Fehmi amcanın kapısını çaldılar. Durumu anlattılar ve yardım istediler. Fehmi Amca uzak diyardaki doktor arkadaşını aradı, adada yaşanan durumu anlattı ve onu adaya davet etti. Arkadaşı daveti kabul etti. Sene de bir defa adaya gelen gemi ile gelecekti. Çocuklar günlerce limanda gemi beklediler. Nihayet ufukta gemi göründü. Sevinç çığlıkları atarak birbirlerine sarıldılar. Gelen doktor, tek tek herkese baktı ve işitme kaybı yaşayanlara işitme cihazı takıldı. Tamam, her şey bir anda düzelmedi ama yavaş yavaş eski neşeli ve huzurlu ada ortamı oluşmaya başladı. Şöhret yine annesiyle saatlerce sohbet etmeye başladı. Rasim amca, İsmet amca ve Salim dedeye seslendiğinde cevap alabildi. Ada halkı, yüksek sesle müzik dinlemenin zararını -duyma yetilerini kaybederek- öğrenmiş oldu.
Sesleri kontrol etmenin önemini anlamaları biraz uzun sürdü. Neyse ki artık hem doğanın sesini dinliyor hem de gerektiğinde müziğin keyfini çıkarıyorlardı. Hem insanlar birbirine yeniden gülümsüyor hem de kuş cıvıltılarıyla müziği aynı adada uyumla buluşturuyorlardı. Ada halkı, sessizlik ve ses arasında bir denge kurarak yaşamayı nihayet öğrenmişti.