SARAYIN NAKKAŞLARI
- Ayşe Çipan Büyükçam
- 17 Kas 2023
- 3 dakikada okunur
Güncelleme tarihi: 6 Ara 2023
Yazar: Ayşe Çipan Büyükcam
Editör: Beyza Nur Top
Şef Editör: Behice Kavak

Yalvarıp yakarmalarım ve binbir ısrarım neticesinde babam nihayet beni çalıştığı nakkaşhaneye götürmeyi kabul etmişti. En temiz esvaplarımı üstüme geçirip babamın iki adım gerisinden onu takip etmeye başladım. Her adımımda yeni renkler görüyor, bir müzik gibi şakırdayan renkleri duyuyor, hatta kokularını bile alıyordum. Heyecandan baştan ayağa renk olmuştum. Babam yolda gördüğü amcalara selam veriyor, o önde ben arkada saraya yaklaşıyorduk. Buralar arkadaşlarımla gelip oynadığım yerler olsa da nakkaşhane başka dünyaydı. Oraya giren çocuk yoktu. Nakkaşların başı, Nakkaş Osman’ı gören, onunla konuşan hiç yoktu. Babam yıllardır onun yanında çalıştığı için belki benimle birkaç kelime konuşur diye içeri girdim.
Nakkaşhanenin içi babam gibi biraz boya, biraz kâğıt, biraz aher kokuyor, camlardan içeriye renkli ışıklar süzülüyordu. Bir sürü sakallı amca oturmuş harıl harıl çalışıyordu. Gözlerim Nakkaş Osman’ı aradı. Baş köşede oturmuş, elindeki kağıtlara bakıyordu. Babam da ustasının hemen yakınına oturdu. Çalıştığı kâğıtları önüne çıkardı, fırçasını, boyalarını aldı, besmeleyle işe başlamadan sessiz olmam için beni uyardı. Ben bir babamın kağıdına, bir Nakkaş Osman’a bakarken usta önündeki mürekkep hokkasına çarpıverdi, hokka devrilmeden yetişip tuttum da bir kaza çıkmadı.
— Allah korudu, kul yardım etti. Hokka devrilseydi felaket olurdu. Kimsin sen bakalım?
— Ben Nakkaş Ali’nin oğlu Mehmed’im.
— Hoş geldin Mehmed. Baban gibi nakkaş mı olmak istersin?
— Babamın ustası Nakkaş Osman gibi sizin gibi nakkaş olmak isterim.
— Gel bakalım, biraz yaklaş o zaman. Madem benim gibi nakkaş olacaksın yakınımda dur. Var mı senin fırçan?
— Fırçam yok, babam vermez fırçalarını hiç ama hepsini bilirim. Hangi fırça ne işe yarar söylerim. Mesela bu atın yeleleriyle kuyruğu için. Bu ağaçların küçük yaprakları için, şu büyük olan da arkadaki dağlarla tepeler için.
— Doğru bildin hepsini. O zaman bilmediklerini de bana sor.
— Şu önündeki parıl parıl parlayan hangi boya? Onu görmedim babamda.
— O boya değil, ezilmiş altın. Saraydan dışarı çıkarmayız onu. Boya gibi süreriz kâğıda sonra parlatırız. Parıl parıl parlar. Padişahımız, haşmetlimiz kitaplarında bol bol altın görmek ister.
— Gerçekten altın yani. Ondan bizim evde hiç görmedim. Ama burada herkesin önünde altın var, herkes ne yapıyor? Babama da sordum ama anlatmadı bana.
— Sen şehzade Mehmed’in sünnet merasimini gördün değil mi?
— Görmez miyim? Elli iki gün süren merasimi görmeyen mi kaldı İstanbul’da?
— O merasimi gün gün resmediyoruz. Merasimde meydandan geçen kasaplar, camcılar, hokkabazlar, terziler, süvariler, yorgancılar hepsini…
— Nasıl hepsini hatırınızda tuttunuz da resmediyorsunuz?
— Hatırımızda tutmadık evladım. Merasimlere gittik, izledik, küçük resimler hazırladık şimdi her birini ince ince boyayıp hazırlıyoruz. Bu bir kitap, sadece resimler değil yazı da var içinde.
— Siz yazı da mı yazıyorsunuz?
— Hikâyesini yazan biri, onu kâğıda geçiren ustalar var. Onlar bu odada değil. Bu odada yalnız hikâyenin resimlerini yaparız.
— Usta ben de bu odada size yardım etsem, her dediğini yaparım. Fırçalarını yıkarım. Hiç ses etmem, yanında oturur bakarım.
— Sıkılmazsan, konuşmadan beklersen, dediklerimi harfiyen yerine getirirsen kabul. Çok meraklısın, sevdim bunu. Gel yanımda otur. Öğrenebildiğini öğren.
— …
— Durabilecek misin?
— …
— Eee, dilini mi yuttun, konuşsana çocuğum.
— Konuşmadan beklersen dedin ya usta.
— Sorulara cevap ver evladım, boşa konuşma.
— Emriniz başım üstüne ustam.
O günden sonra her gün babamdan önce hazırlanıp nakkaşhaneye gittim. Ustamın yanından hiç ayrılmadan her dediğini yaptım, her işini izledim. Sakallarım çıkmaya, sesim çatallaşmaya başlayana kadar ustamın her dediğini dinledim, verdiği her işi yaptım. Ustam tamam dediğinde de fırçamı alıp padişahımıza altınlı resimler hazırlamaya başladım.