SALİHA TEYZE’NİN ŞEKERİ
- Seda Nur Demir
- 25 Nis 2024
- 2 dakikada okunur
Yazar: Seda Nur Demir
Editör: Fatma Tülin
Şef Editör: Behice Kavak

- Saliha Teyze, sen niye çay içerken ağzına bu sert şekeri alıyorsun? Yutmuyor musun onu? Toz şeker daha kolay değil mi hem? Bardağa at, karıştır, iç. Zaten ben başka kimsenin böyle çay içtiğini görmedim. Herkesten farklı olmaya mı çalışıyorsun? Bizim sınıftaki Ömer de başkalarından farklı olmak için okul kıyafeti yerine rapçi pantolonu giyiyor ve tabii her gün müdürün odasına gidip bir güzel de azar yiyor.
- Nefes al evladım. Bunun adı kıtlama şeker. Erzurumlular çaylarını böyle içer.
- Neden?
- Kaplumbağa deden! Bak beni kötü kötü konuşturuyorsun yine. Tasarruf olsun diye dedelerimiz ninelerimiz bu şekeri kullanırlarmış. Bir şekerle kaç bardak çay içebiliyorum ben, senin haberin var mı?
- Yedi bardak. Saydım. Tamam, anlaşıldı. Erzurumlular çay sever. Peki Saliha Teyze, sen nasıl yerleştin ki buraya? Erzurum Sivas’a yakın bile değil.
- Allah Allaaah! Çattık yine. Otur karşıma da anlatayım.
- Patlamış mısır?
- O kadar uzun boylu değil.
- Tamam yaa!
- 93 Harbi derler, Rûmî takvimle 93 tabii, sen bilmezsin. Bu harp patlak verince, benim Kadir Dede’min ailesini Erzurum’dan Tokat’a göndermişler. Savaş bu. Ne kadar zor olduğunu yaşamadığın sürece anlayamaz, belki tahmin edebilirsin. Yükte hafif pahada ağır ne kalmışsa ellerinde, onları alıp düşmüşler Tokat yoluna. Hüüüp! Bir de çay zararlı derler. Şu güzelim şeyin ne zararı olur ki?
- Bizim içmemize izin vermiyorsunuz ama!
- Büyüyünce evladım, büyüyünce. Hatice al şunu başımdan, çok cevap veriyor bu bana, anlatasım kaçtı.
- Tamam Saliha Teyze yaa, sustum. Hadi devam et.
- Tokat’a giderken Sivas civarında, ailesi dedemi kaybetmiş.
- Nasıl yani?
- Belli belli besbelli kaybetmişler.
- İnsan çocuğunu nasıl kaybeder ki?
- Olmuş işte evlâdım bir şekilde. Çok üzülmüş, çok ağlamış, ah vah etmişler ama bir türlü bulamamışlar dedemi. Mecburen yola devam etmişler.
- Ee, n’olmuş dedene?
- Sabret evlâdım. Sonra bu köyden bir amca bulmuş dedemi, almış getirmiş evine. Dedem yıllarca hayvanlarına bakmış, tarlasını sürmüş o ailenin. Büyümüş, koca adam olmuş. O yıllarda askerlik için Erzurum’a giden bir köylüsü, tesadüf bu ya, dedemin ağabeyleriyle tanışmış. “Yıllar önce bizim kardeşimiz kayboldu Sivas’ta,” diye konusu açılınca, dedemin köylüsü hemen dedemden bahsetmiş onlara. Ağabeyleri çok sevinmiş, umutlanmış, hemen bir mektup yazıp yollamışlar dedeme.
- Olaya bak bee! Mısır patlatalım demiştim!
- Mektup dedeme yıllar sonra ulaşmış. Çünkü asker, mektubu tahta bavulunun dibinde unutmuş. Dedem mektubu alır almaz, tutmuş Erzurum’un yolunu. Kavuşmuş ailesine. Ama Erzurum’a gitmeden önce, Sivaslı ailesi kızlarından birini, yani babaannemi, dedemle evlendirmiş. Böylece iki aile hısım olmuş. Hısım ne bilirsin?
- Hobbit’te hasım tokmağı diye bir şey geçiyor, onunla ilgisi olabilir mi?
- Ah bayılacağım! Hatice bu yaşta bu çocuğa neler izletiyorsunuz kızım siz?
- Ee, sonra? Sonra?
- Sonrası, işte ben buradayım. Bir tarafım Sivas, bir tarafım Erzurumlu.
- Güzel hikâye be Saliha Teyze! Yaşa sen! Ben bunu Mudita’da yazarım.
- Nerede nerede?
- Çocuk dergisi. Yayınlanırsa çerçeveletip hediye ederim sana.
- E peki madem, şöhret oluyorum bu yaştan sonra desene!
- Sen değil Saliha Teyze, ben oluyorum.
- Haticeee!