PARLAK EKRANLARIN ARDINDAKİ KARANLIK
- Yazar
- 8 Eki 2024
- 2 dakikada okunur
Yazar: Ayşe Rüveyda
Editör: Tuğba Atlı
Çizer: Rümeysa Şevval Aytekin

Bir zamanlar hayat dolu olan bu köy; gökyüzünde gri bulutların asılı kaldığı, nehirlerin karanlık bir sessizlik içinde aktığı yere dönüşmüştü. Teknoloji her yerdeydi; insanlar boyunlarındaki cihazlarla yaşıyor, her işlerini bu cihazlar kontrol ediyordu.
Eşe; kedisi Mişmiş ve tavuğu Cuculi ile birlikte okul yolunda yürürken, bu karanlık dünyadan nasıl bir çıkış yolu bulacaklarını düşündüler. Bir zamanlar onlara huzur veren nehir, şimdi yalnızca karanlık bir gelecek vaat ediyordu. Arkadaşları Seher ve Oğuz bile bu dijital bağımlılığa esir olmuş, ekrandan başlarını bile kaldıramıyorlardı.
Okulun girişindeki söğüt ağacına geldiklerinde, Mişmiş ve Cuculi hemen ağacın altına oturdu. Eşe, bir şeylerin ters gittiğini biliyordu ama ne yapacağını bilemiyordu. Sınıfa girdiğinde, herkes yine ekranlarına dalmıştı. Eşe, kendi cihazına bakmayı bile reddeder hâldeydi. Dijital sistem, herkesi adeta yavaş yavaş yok ediyordu. Ne yedikleri, nereye gittikleri, nasıl yaşadıkları tamamen teknolojinin kontrolü altındaydı. Artık eski doğal hayatın yerini, bu yapay dünya almıştı.
Ve o gün, okulda sıra dışı bir şey oldu. Sınıfın kapısı açıldığında, uzun süredir kayıp olan öğretmenleri karşılarında belirdi. Gerçek bir insan... Dijital öğretmenlerden sonra bu bir rüya gibi görünüyordu. Öğretmen sınıfa girdi ve yapay olmayan, kendi sesiyle konuşmaya başladı. “Çocuklar! Hepimiz gerçek hayatı unuttuk. Teknoloji bizim dostumuz olmalıydı ama ne yazık ki düşmanımız hâline geldi. Doğal yaşamı geri getirmek için birlikte acilen bir şeyler yapmalıyız.” Dedi.
Seher ve Oğuz, şaşkınlıkla başlarını ekrandan kaldırdılar. Eşe, öğretmenin sözlerinden etkilenmişti. "Nasıl yapacağız?" diye sordu. Öğretmen, büyük bir kararlılıkla cevap verdi. "Doğayı ve bedenimizi yeniden canlandırmalıyız. Cihazları bırakmalı toprakla, suyla ve gerçek yiyeceklerle buluşmalıyız. Bunun ilk adımı, cihazlarımızı tamamen kapatmak olacak."
O gün, öğretmen tüm çocuklara cihazlarını kapatmayı öğretti. İlk başta herkes biraz tedirgindi çünkü tüm yaşamlarını bu ekranlar yönetiyordu. Cihazlar kapandığında sanki gözlerinde bir perde kalkmış gibiydi. Çevrelerindeki gri ve donuk dünya yavaşça canlanmaya başladı. Gökyüzü hafifçe aydınlandı, nehrin sesi yeniden duyulur oldu. Mişmiş ve Cuculi bile sanki eski hâllerine dönüyordu. Cuculi yeniden neşeyle gıdaklamaya başlamış, Mişmiş ise daha hareketliydi.
Seher ve Oğuz, ekran bağımlılıklarının geçtiğini hissediyordu. "Bu inanılmaz," dedi Oğuz. “Gerçekten daha önce nasıl yaşadığımızı unutmuşuz.” Seher, suya dokunmak için nehre doğru koştu. Eşe de ona katıldı. Su artık o kadar kirli değildi, doğa yavaş yavaş eski hâline dönüyordu.
Bir hafta içinde köydeki diğer insanlar da cihazlarını kapattı. Herkes, yeniden gerçek hayatla bağlantı kurmayı öğreniyordu. Organik yiyecekler geri gelmeye başladı, insanlar doğa ile iç içe olmaya, eskisi gibi tarlalarda çalışmaya başladılar. Nehir yeniden berrak akmaya başladı, gökyüzünde yıldızlar görünür oldu.
Eşe’nin babası ona sarılarak; "İşte bu gerçek hayat," dedi. Hayat, bir nehrin akışı gibi. Gerçek yaşam doğanın içindeydi.
Eşe, sonunda gerçek huzuru buldu. Söğüt ağacının altında otururken, çevresindeki her şeyin yeniden canlandığını görmek ona umut verdi. Babasının yıllarca ona söylediği söz gerçek olmuştu;
"Gerçek hayat; ekrandan değil, doğadan akar. Ve biz, onu tekrar geri getirdik."