top of page

ORDUNUN NENESİ

  • Yazarın fotoğrafı: Tuğba Mercan
    Tuğba Mercan
  • 20 Şub 2024
  • 4 dakikada okunur

Yazar: Tuğba Mercan

Editör: Ayşen Yeşilkaya

Şef Editör: Behice Kavak



ree

Senelerden 1886, yine Erzurum Palandöken’in keskin soğukları başlamış, ince ince yağan kar aylarca devam edecek olan kara kışın da habercisi olmuştu. Zaten Erzurum’da kar diz boyu yağar, yerden kolay kolay kalkmazdı. Öğle vakti Yavuzlar Köyü’nde bacası tüten derme çatma minik evin penceresinde yağan karı seyre dalan Nene Hatun’un, “Bıldır berf pek yağacağ!” demesiyle sedirde oturan büyük kızı Asime gülümsemişti.

Kız kardeşi Nevriye ile elinde tuttukları yırtılmış esvaptan yapılmış yamalı bez bebekle oynarlarken, “Geçen sene de mi öyle çoğ yağdı ana?” diye sordu.

Asime 8 yaşında kumral, al yanaklı, güler yüzlü bir kızdı. Sonra pencereye anasının yanına gelip kar yağışına o da bakmıştı. Anası gibi yağan karı seyretmeyi çok severdi, anasıyla konuşmayı da. Ama anası geçmiş günlere daldığında konuşulanlara pek cevap vermezdi, şimdiki gibi.

Siyah yazmasını örtmüş, yüzü hafif kırışmaya başlamış, nasırlı elleriyle yavrularına sarılan Nene Hatun için kar aynı zamanda zafer, hüzün ve hasret demekti.

Derken kapıda Nâme Hatun belirmişti. Ne zamandır göremediği bacısını gören Nene Hatun yerinden heyecan ve telaşla kalkıp, kapıyı açarak karşıladığı bacısını içeri buyur etti. İki bacı birbirine sarılıp hasret giderdikten sonra da oturdukları sedirin üstünde sohbet başladılar.

Nene Hatun daha sonra hem bacısıyla sohbete devam ediyor hem de artık acıkmış olan çocuklara aş olarak herle çorbası pişiriyordu. Çorbadan sonra kolatlar da ocağın közünde pişince yer sofrasına artık oturmuşlardı. Zaten köyde un ve patatesten başka pek bir şey bulunmazdı.

Bir ara laf Osmanlı-Rus muharebesine gelmişti. Nâme Hatun, Nene Hatun’un kızı Asime’yi göstererek, “Ne zor zemandı, senin Yusuf uşağ biraz böyüğdü emme aha bu kız uşağı gucaktaydı bırakmıştın yağnız değil mi?” diye söylemişti. Asime, muharebeyle ilgili bir şeyler duyardı ama onu asıl şaşırtan anacığının kundakta bir başına bıraktığını öğrenmesiydi. Bez bebeğini kaybetmiş kadar çok üzülmüştü.

Yenilen aştan sonra Nâme Hatun’la vedalaşıp, onu yolcu etmişlerdi.

İçeri geçtiklerinde yüzü asılan kızı merakla sormuştu.

“Ana Peşkunda aş yirken Nâme Eze dedi ki, beni kundakta bırakıp gitmişsin, niden?”

Nene Hatun, “Aa gızım, aa gurban olirem sana kim ister bebesini bırakip, gitmeğ? Emme o zaman muharabe var idi. Gavur Ruslar bizim oturdigimiz Çeperik köyümüze gelerken ne yapirem idi? Baban cephede er, gardaşım Hasan ocağımda yarali idi, sardım yarasını emme şehit olmiş idi. Sabah namaza kalkirdim ki, hoca minareden diyirdi babanın cephesindeki Aziziye tabyası düşir, Gavur Rus ele geçiriyır, tez elden vatanını, Allah’ını seven camiye geleyırsın diyer idi,” diye cevaplamıştı.

1878’deki Rus-Osmanlı savaşında, Ruslar cephedeki askerleri yenmek üzereydi ve köye her an baskın yapabilirlerdi. Bu da köydeki kadın, çocuk, bebek, ihtiyar herkesin zarar görmesi demekti. Vatanın kurtulması için cepheye yardım lazımdı.

Kızı Asime bu kez daha da endişeli bir şekilde sormuştu.

“O zaman mı oldi muharebe, eee ne yaptın ya ana?”

Nenen Hatun, “Gızım 7 sene evvel idi. Sen gucakta bebeydin. Abdest aldim, namazimi gıldim. Ağabeyin uyuyirdi, onu öptim. Seni uyandirdim emzirdim, gucahımda gokladim, beşiğe geri koydim. Didim ki ‘Sizi beni virene emenet edirem.’ Aldım duvardan baltayı, leçekimi örttüm başima, kollaçimi ayagime giydim avluda çikiyırdım. Dedim ‘neden kendim giderem, çağıram Name bacimi, köydeki baci, uşağ, ehtiyar kim var ise.’ Diyirim hadi tez vakit camiye gidirız, şimdi cepheye ıyardıma gitmez isek toprağ, vatan, namus, uşağlar elden gidir,’” diye devam etmişti sözüne.

Meraklı ve kocaman gözlerle anasına bakan Asime, “Ana eee sonra?” diye sordu.

Nene Hatun, “Gızım hudik oldun, emme esah gardeşini emzirem, agabeyin Yusuf’a aş verem, sobaya bakirim. Akşam anlatirem,” demişti.

Beşikteki yavrusunu emzirmiş, büyük oğlu sakat, bakıma muhtaç olan Yusuf’un karnını doyurmuştu. Nene Hatun sobaya tezekleri de attıktan sonra kızı sorusunu tekrar etmişti.

“Ana heç gorkmadın mı? Ya gavırlar ne yaptı?” demişti.

“Gızım, ehvalimiz iyi değil idi. Emme ben senin yaşındayken yemin ettim idi. ‘Nesibe Hatun gibi olarem büyüyünce’ deyi,” diye söylemişti.

Kafası iplik yumağı gibi karışan Asime şaşırmıştı. Bu da kimdi şimdi?

“O kim ana?” diye tekrar sordu.

Nene Hatun’un gözü yaşardı, küçüklük hali aklına geldi. O günler de cami hocasından duyduğu Nesibe Hatun onu çok heyecanlandırmıştı ve o gün ileride vatanı için mücadele etmesi gereken bir şey olursa onu savunmak için kendine söz vermişti. Camideki bu sesleniş sözünü tutması için bir fırsattı.

Derin bir iç çekerek başladı konuşmaya;

“Nesibe Hatun, Peygamberimizi Medine’de gorumak için Akepe biatine gatılanlarin içinde imiş. O zaman söz ver imiş gendine ‘Oni goruyacam’ deyi. Ühud muharebesinde Peygamberimizi goruyanlar şehit düşince orda yaralilara su taşirimiş Ümmü Umare. Almiş yerden gılıçla galkani korimiş oni, omzundan yaralanimiş. Peygamberimiz harbten dönergen Nesibe Hatun’u görmeden evine girmemiş, kahramanlıgini çoğ beğenmiş,” diye söylemişti.

Küçük kardeşlerinin kolunu çekiştirmesinden, gürültüsünden Asime tam anlamamış ve sormuştu?

“Ana sen nerden bilin Nesibe Hatun’u peki?”

Nene Hatun, “Gızım ceferlikten sobaya odun, golohlari getirip atirik anlatirem. Gardaşlarin ufağ üşiyirlar,” diye sözlerine ara verdi.

Odunluktan getirdikleri tezek ve yakacakları sobaya koyduktan sonra devam etti anlatmaya Nene Hatun.

“Ben güçükkene anam babam beni Kur’an öğrenirem deyi camiye gönder idi. Orada hocamin bize Hz. Hatce anamızı, Hz. Sümeyye ve Nesibe Hatun’u anlatirdi. Çoğ sevinir idim, ben o zeman yemin etmiş idim,” diyerek yer döşeklerini hazırlamaya koyuldular.

Gece aralıksız kar yağışı devam ederken köye Nene hatun ve evlatları yatmaya hazırdılar artık.

Geride sadece sobanın azalan ışığının aydınlığı vardı. Anası kardeşini emzirirken kardeşleriyle uzanan Asime muharebenin sonunu öğrenmek istedi anacığından. Nene Hatun devam etti konuşmaya.

“Gızım hepiciğimiz camide toplandik, cepheye gittik, diğer erlere su taşidik, gavırla gücümüz yettigince çarpiştiğ, ben elimdeki baltayla Rus dişmani savur idim. Emme golumdan yaralandim. Şükür sonunda gazandik,” demişti.

Bu sözlerle Asime hem gurur duymuş hem de sevinmişti. İlk başta kızsa, üzülse de da meğer anası nasıl iyiymiş, yiğitmiş. ‘Benim garaman anam, ben de vatanımızi goruyacam babamla senin gibi söz verirem,” diyerek sarıldı anası Nene hatuna. Birbirlerine sarılıp, uykuya daldılar.

Ertesi sabah anası erkenden kalkmıştı. Dışarda sırtındaki teneke kutuyla odunluktan tezek taşıyordu. Asime’nin babası yine cepheye gitmiş. Ağabeyi Yusuf’ta bakıma muhtaç, 4 kardeşi de henüz ufak olduğu için anası geçimini hamallık yaparken kazanıyor, yavrularına bakmaya çalışıyordu.

Eşiyle muharebeden döndükten sonra eski köyünde çoğu er şehit düşünce köyünde duramamış, çocukları da alarak daha güvenli olan bu köye yerleşmişlerdi. Kocası Mehmet Efendi gidince kimsesizlik, yoksulluk onu yormuştu. Ama avunduğu şeyler vardı o da hem kocasının hem kendisinin vatanını savunmuş olmasının gönül rahatlığıyla içi huzuruydu.

Rabbim vatanıiıza zeval virmesin diye içinden dua ederek yükünü taşımaya devam etmişti.

“Bitirem şu işi de uşağlar aş beğliyır,” diyerek.

 
 

©2023, Recep Bilal Aksu tarafından kurulmuştur.

  • Instagram
bottom of page