top of page

MUMYACI KÂMİL

  • Seda Nur Demir
  • 17 Kas 2023
  • 4 dakikada okunur

Güncelleme tarihi: 6 Ara 2023

Yazar: Seda Nur Demir

Editör: Nefise Dilvin Sığırcıoğlu

Şef Editör: Behice Kavak

ree

— Dediklerimi yaptın mı Kırtıpil[1]?

— Henüz değil efendim.

— Acele et, kokuşmasını istemeyiz. Yine eksik ücret öderlerse piramidin kirasını nasıl çıkarırız?

— Beni yine tuvalet kâğıdı fabrikasına yarı zamanlı çalışmaya göndermeyeceksiniz değil mi? Orayı hiç sevmiyorum. Çok temiz. Her şey ve her yer gereksiz temiz. Buna katlanamıyorum.

— Söylenmeyi kes! İşini iyi yaparsan neden göndereyim Kırtıpil? Aç televizyonu, reklamımızın saati geldi.

— Hemen efendim.

	“Sizin canınız sağ olsun! Ölülerinizi mumyalamayı bize bırakın. İster mint yeşili ister limonküfü isterseniz de soğan kabuğu! Renk renk keten bezleriyle ölülerinizin manevi yolculuklarına şıklık katıyoruz. ÖZ MUMYALAMA LİMİTED ŞİRKETİ olarak size en iyi mumyalama hizmeti vereceğimizi temin ederiz. Ölüleriniz en az canlı halleri kadar güzel görünecekler. İrtibat için numara +20 0200…”

— Olmuş olmuş, gelsin paracıklar!

Mumyacı Kâmil, aylar önce yine akrabalarının getirdiği bir müşterisini hatırladı. Akraba kurbanı müşterisi bu uzun ölüm yolculuğuna bedeninde yalnızca kalbi ile devam edecekti. Çünkü Mısır’da kalp aynı zamanda aklı da temsil ederdi ve oldukça önemliydi. Kâmil bunun için gerekli olan bütün işlemleri hâllettikten sonra müşterisinin bedenini tuzla kapladı ki iyice kurusun, bütün nemi kaybolsun. Yetmiş gün kuruttuktan sonra keten beziyle bir güzel sarıp sarmaladı dememi beklerdiniz ama işte paragöz akrabaları ölünün mumya parasından büyük bir payı kendilerine almayı görev bilmişlerdi. Keten beze verecek paraları yoktu. Kâmil’den, diğer ölülerden arta kalanla bir şeyler yapmasını istediler. Kâmil de eline geçecek üç beş kuruşa razı oldu ve yardımcısının tuvalet kâğıdı fabrikasından aşırdığı kusurlu tuvalet kâğıtlarından sargı bezi yaptı. Tuvalet kâğıdı ile adam mı mumyalanırdı! Sargı bezlerini de reçineyle değil kâğıt yapıştırıcısı ile birbirine tutturmuştu. Eh, olduğu kadardı artık. Hep mumyanın paragöz akrabaları yüzündendi. Kâmil’in ne suçu vardı canım. Kâmil, işini en iyi şekilde yapan, bunu da televizyona verdiği reklam ile bütün Mısır’a duyuran ünlü bir mumyacıydı. Hiçbir şey keyfini kaçıramazdı.

Kendi yaşadığı piramidin eksi üçüncü katının en ıslak, en kokuşmuş köşesine yerleştirdiler müşteriyi. Işık almayan depo misali odanın duvarları köşelerinden rutubetlenmeye başlamıştı. Havada kesif bir koku vardı. Fare kakasından geçilmiyordu. Örümcekler de köşe bucağı ağlarla donatmışlardı. Annesinin, kışın soğuk olan piramitte kullanması için verdiği yün yorganları da burada muhafaza ederdi Kâmil. Annesi bunu görse muhakkak şamarı yerdi.

Günlerden bir gün gariban müşteri, Oseye, öldüğünü unutarak bir anda gözlerini açtı. Öldüğünü unutmak da neyin nesiydi? Eksi üçüncü katın rutubet kokusu ölüleri bile ayağa dikecek cinstendi. Oseye ölü toprağını üzerinden attı -mumyaların toprağı olmaz, ölü tozunu- diyelim- .Ufladı pufladı, öksürdü aksırdı. Ortamın kokusundan olsa gerek olmayan midesi karın boşluğunda ters döndü. Elleri ayakları tuvalet kâğıdıyla kaplıydı. Şimdiden parça pinçik olmuştu sargıları. O kadar uzun süredir mi ölüydü? Yok canım, olamazdı.

— Bu nasıl bir kumaş, nasıl bir renk? Beyaz mı! Iyy! Gözlerim, benim güzel gözlerim, bunları da mı görecektin? Mercan rengi istediğimi altını çize çize vasiyetimde yazmıştım oysaki. Hep son moda giyerim ben, ölsem bile! Ben size şimdi bunun hesabını sorarım!

Bir hışımla tabut benzeri sandukadan çıktı. Her yerinden tuvalet kâğıdı sarkıyordu. Yapıştırıcının etkisiyle yürümekte ve ellerini kollarını hareket ettirmekte olağanüstü zorlanıyordu. Ağzında iki kocaman mürdüm eriği varmış gibi boğuk çıkıyordu sesi. Akrabalarına kızgındı, parasının karşılığını alamamıştı, üstelik çok da acıkmıştı. Midesi olmayan birinin ne kadar acıkmış olabileceğini hayal bile edemezsiniz.

Kâmil’in yine bir mumyalama işlemi yaptığı sırada, piramidin otomatik kaya kapısını açtı ve şehre fırladı. Caddeler kalabalıktı. İnsanlar canla başla balon şişiriyor, renkli balıkçı lambalarını iplerle meydana asıyorlardı. Sanki bayramdı ya da onun gibi bir şey. Ama bu Oseye’nin umurunda değildi, daha ciddi işleri vardı. Akrabalarının evi şehrin diğer ucundaydı. Önce otobüse, ardından metroya binmesi, on iki durak sonunda inip Kernek Yokuşu’nu tırmanması gerekiyordu. İnsanların garipsemeyen bakışlarını garipseyerek bütün bu zorlu parkuru tamamladı. Gece olmuştu, yorulmuştu. Önce sessizce mutfağa süzüldü ve akşam yemeğinden kalan yarım tencere biber dolmasını mideye indirdi. Tabii midesi olmadığı için bütün pirinç taneleri sargıların arasından yere döküldü. Sonra da sabah uyandıklarında korkudan altlarına yapsınlar diye salonda bir kanepeye uzandı ve öylece uyuyakaldı.

Kâmil, Oseye’nin kaçışından saatler sonra Kırtıpil ’den rutubetli odadan yastık yorgan getirmesini istedi. Laf aramızda, bir mumyacı olmasına rağmen bu odadan acayip korkardı ama asla itiraf etmezdi. Kırtıpil süklüm püklüm Oseye’nin kaçtığını söylediğinde başından aşağı kaynar sular döküldü. Bütün mumyacılık itibarı yerle bir olacaktı. Rutubetli odanın ölü dirilten kokusuna bir kez daha yumruk salladı. Üç yıl önce de aynısı olmuştu ve başına gelmeyen kalmamıştı. Yine ölüm uykusundan uyanan bir mumya işe gideceğim diye tutturmuş, bütün Öte Dünya Bakanlığı ayağa kalkmıştı. Mumyaların ölüm uykusundan uyandıklarında işe devam etmeleri hâlinde maaş alıp alamayacakları bile tartışılır hâle gelmişti ki uzun uğraşlar sonucu bakanlık çalışanları mumyayı uykusuna devam etmeye ikna etmişti. Kâmil de izini kaybettirip yeni isimle yeni bir şirket açmıştı. Tekrar aynı şeyleri yaşamak bu dünyada isteyeceği en son şey olurdu. Derhâl Oseye’nin peşine düştü.

Oseye sabahın ilk ışıklarıyla gözünü açtığında etrafında en az kendi kadar garip kılıklı bir sürü insanın yün yataklarda balık istifi yattığını gördü. Kanepenin birinde bir vampir, dişlerini eline almış, horluyordu. İki koltuğu birleştirip yatansa bir Frankenstein’dı, yüzünün fosforlu yeşil makyajı bembeyaz yastığa bulaşmıştı. Yerde bir ölü gelin, bir hayalet ve bir de kurt adam ağızlarından salyalar akıtarak uyuyordu. Oseye’nin en çok içerlediği şeyse yerde yatan dördüncü kişiydi. O da bir mumyaydı ama kavuniçi keten bezinden sarılmıştı ve Oseye ’den bile daha mumya görünüyordu. Şehirdeki hazırlığın nedenini anlamıştı Oseye. Şehirde şaşalı bir kostüm partisi yapılmıştı ve partinin son durağı da burası yani akrabalarının eviydi. Kimi kimden korkutacaktı ki. Bu insanlar Oseye’den bile korkunç görünüyordu.

Oseye orasından burasından dökülen tuvalet kâğıtlarını homurdana homurdana topladı, hopucuna attı ve piramidin yolunu tuttu. Piramidin olduğu sokakta Kâmil’le göz göze geldi. Onun mumyacı Kâmil olduğunu şıp diye anladı, koşabildiği kadar düzgün koştu ve Kâmil’in suratının ortasına kocaman bir yumruk indirdi. Kâmil nakavt olmuştu! Oseye akrabalarından alamadığı hıncını Kâmil’den almıştı ki buna sonra çok pişman oldu. Kâmil, Oseye’den özür diledi ve Oseye’yi diğer mumyada görüp çok beğendiği kavuniçi keten beziyle yeniden mumyaladı. Sandukasını daha az rutubet kokan, Kâmil’in de daha az korktuğu eksi birinci kattaki diğer odaya yerleştirdiler. Oseye huzurla ölümüne devam etti.

Kâmil’in bir daha tuvalet kâğıdıyla mumyalama yapmamasının bir sebebi rutubetli odanın ölü dirilten kokusu idiyse de diğer sebebi o gün Oseye’den yediği yumruk oldu. Bundan sonra ölüler hep ölü kaldı.


[1] Kırtıpil: değersiz, bayağı, yarım yamalak.

 
 

©2023, Recep Bilal Aksu tarafından kurulmuştur.

  • Instagram
bottom of page