MERAKİSTANYA
- Müge Özer
- 17 Kas 2023
- 3 dakikada okunur
Güncelleme tarihi: 6 Ara 2023
Yazar: Müge Özer
Editör: Ayşe Şen Kocaman
Şef Editör: Behice Kavak

Merakistanya’da sıradan bir gündü. Herkesin merak içinde olduğu, yeni şeyler araştırıp bulduğu, tuhaf şeyler icat ettiği, kafasındaki sorulara olta atıp sabırla cevabını beklediği ve büyüklü küçüklü cevaplar geldiğinde de onları hooop diye çekip kovasına attığı bir gündü işte. Merakistanya’nın Yüce Kralı Büyük Heveskâr, bütün bu olanlara gençken kolayca ayak uyduruyordu ama yaşı ilerleyince yorgunluğuna yenildi. Her gün yüzlerce soruyu cevaplamaktan, türlü türlü icatlar ve keşifler duymaktan çok ama çok bunalmıştı. Bu yoğunluğu kafası kaldırmıyordu artık. Geceler gündüzlerden de beterdi. Halkın meraklı soruları kâbus olup üstüne çöküyordu. Yüce Kral Büyük Heveskâr’ın yapabileceği en iyi şey, krallığın yönetimini oğluna devretmekti.
Merakistanya’nın yeni Kralı Büyük Turgun olmuştu. Babasının aksine içindeki merak tohumlarını yeşertmek yerine kurutmuş, üstlerine de beton dökmüştü. Böyle bir ülkeyi yönetmek hiç ona göre değildi. Halkın meraklı sorularına yanıt bulmayı bırakın, köşesine çekilip ülkeyi izlerken bile yoruluyordu. Tahtı devraldığı günden beri kapısına gelen halkı çoğu kez geri çeviriyor, nadiren içeriye buyur ettiklerine de can sıkan, heves kıran, olmadık cevaplar veriyordu. “Bu da keşif mi şimdi?”, “Ne işimize yarayacak?”, “Senden önce birileri kesin bulmuştur bunu!”, “Yararsız!”, “Gereksiz!”, “Kafanızı dinlemek yerine neden bu sorularla uğraşıyorsunuz?” cevaplarından birini alan zavallılar, kırılan heveslerini toplayıp bir çuvala doldurduktan sonra gerisin geri evlerinin yolunu tutuyorlardı. Sağlam bir yapıştırıcı yardımıyla kırık heveslerini onarmak için günlerce uğraşıyorlardı.
Bir gün artık canına tak eden Kral Büyük Turgun, yardımcısı Bayan Rom’u yanına çağırdı. “Halkın hevesini ve merakını öldürecek bir tarif hazırlamamız lazım.” dedi. Düşündüler, taşındılar ve bir kurabiye yapmaya karar verdiler. Bir avuç heves kıran otu tozu, bir tutam cennet kuşu çiçeği, süt, yumurta, şeker ve yeterince un. Malzemelerin hepsini karıştırıp kulak memesi kıvamına gelinceye kadar yoğurdular, pinpon topu büyüklüğünde yuvarladılar. Fırına atıp yirmi dakika beklediler ve işte hazırdı. Şimdi bunları halka dağıtmalı ve herkesin kurabiyelerden yediğine emin olmalıydılar.
Majesteleri Büyük Turgun, at arabasına atlayıp her haneye kurabiyeleri dağıtmaya başladı. Merakistanya’nın halkı kapılarında kralı görünce önce küçük dillerini yuttular, sonra da dillerini cımbızla geri çekip kurabiyeleri afiyetle yediler. Plan işe yaramıştı. Merakistanya eskisi gibi değildi. Ne bir soru ne bir keşif vardı ortalıkta. Halkın hiçbir şeye hevesi kalmamıştı. En sıradan işleri bile büyük bir istekle yapanlar gitmiş, yerlerine hayattan bezmiş insanlar gelmişti. Kadınlar birbirine yeni tarifler vermiyor, farklı saç modelleri denemiyorlardı. Hatta bazıları saçlarını artık hiç taramadığı için ülkede bir cadı saçı modası başlamış gibiydi. Saçlarında kuş yuvası olanlar bile vardı. Erkekler evlerine farklı bir yiyecek getirmediği için kadınlar her gün aynı yemeği yapıyordu. Yemeğin yarısında sıkılıp sofrada uyuyakalıyorlardı.
Erkekler at arabaları bozulunca tamir etmiyor, nerede bozulduysa orada bırakıp gidiyorlardı. Ülkenin her yerinde yarım bırakılan şeyler vardı. Yarım kalan piknikler, yarım kalan işler, yarım kalan oyunlar… İşlerini bırakıp, etrafa baka baka can sıkıntısıyla günü bitiriyorlardı. Çocuklar büyüklerine hiç soru sormuyor, içlerine yetişkin kaçmış gibi davranıyorlardı. Derinlerde kalan küçücük heves kırıntılarıyla saklambaç oynamaya başlayan çocuklar, bir süre sonra oyunu bırakıp gidiyorlardı. Kız çocukları ip atlarken yoruluyor, bir şarkının bile sonunu getiremiyorlardı. Kitaplar kimsenin merakını harekete geçirmiyor, hayal gücünü beslemiyordu. Herkes olan bitenden mustaripti ama kimse neden böyle olduğunu merak edemiyor, bu işi çözecek sorular soramıyordu. İçlerinden hiç ama hiçbir şey yapmak gelmiyordu. Kral Büyük Turgun bu durumdan çok memnundu. Ne bir kâşif vardı ne bir icat ne de meraklı sorular. Artık hiçbiri yoktu. Sessizliğin tadını çıkarıyordu. Tam istediği gibi köşesine çekilip gün boyunca oturuyordu.
Böyle böyle tam tamına yedi gün, altı saat, on dakika geçti. Başlangıçta hâlinden çok memnun olan Kral Büyük Turgun sıkılmaya başladı. Ülkenin eski hâlini ve meraklı halkını özlediği fark etti. Bayan Rom’a her şeyi düzeltmek istediğini söyledi. Birlikte düşünmeye başladılar. Zihinlerinin kapalı odalarından merak tohumlarını çekip çıkardılar ve bir çözüm yolu buldular; badem çiçekleri.
Her evin kapısına bir saksı badem çiçeği koyup umudun yayılmasını beklediler. Biliyorlardı ki umut varsa her şey mümkün. Badem çiçeği, rengiyle kokusuyla umut yaydı her haneye. Halkın içindeki merak tohumları yeşerdi. Merakistanya eskisi gibiydi artık. Bir gün yolunuz Merakistanya’ya düşerse cebinize bir avuç fındık ve bol bol soru doldurmayı unutmayın!