MAHZENDEKİ EJDERHA
- Serap Doygun

- 13 Haz 2024
- 4 dakikada okunur
Yazar: Serap Doygun
Editör: Hatice Yıldırım

-Bugün cumartesi. Yaşasın baba-kız günü!
-Aslına bakarsan baba, kız, küçük kardeş günü.
Defne gözlerini devirerek kardeşine baktı. Bu bücürden kurtuluş yoktu. Hemen sonra kardeşinin kıyafetleri dikkatini çekti.
-Bu forma da neyin nesi?
-Halı sahaya gitmiyor muyuz?
-Hayır, resim müzesine gidiyoruz.
-Halı sahaaa!..
-Resim müzesiii!..
-Benim bir fikrim var. Önce resim müzesine gidelim, akşamüzeri de maç yaparız. Bundan sonraki cumartesiler için de ek iş bulurum. Böylece tartışmak zorunda kalmazsınız.
-Baba yaa!..
-Pekâlâ, ek iş durumunu düşüneceğim.
İşte her şey tam olarak böyle başladı.
-Küçük kardeşin baba-kız gününü sabote etmesiyle demek istediniz değil mi?
-Baba-kız günü değil, baba ve çocukları günü.
-Susar mısın sen artık!
-Bence ikiniz de susun, ben anlatıyorum.
Beşiktaş’taki o muhteşem Resim Müzesi’ni biliyorsunuz değil mi? Hani Dolmabahçe Sarayı’nın oradaki. Müzeye vardıklarında her şey olağan akışındaydı. Tabloları inceliyor ve muhabbet ediyorlardı. Ardından babaları bir tablonun önünde biraz fazlaca durdu.
-Fazla mı? Ben o tablonun önüne geldiğimizde yedi yaşındaydım ama ayrılırken sekiz.
-Ha… Ha… İşte bu komikti küçük kardeş.
-Sağ ol ablacığım.
-Anlatıcı benim unuttunuz mu? Susmayacaksanız gideyim.
Defne ve kardeşi elleriyle ağızlarına fermuar çekme hareketi yaptılar. Biz nerede kalmıştık? Hah! Ardından babaları bir tablonun önünde biraz fazlaca durdu. Önce tablonun altında yazan bilgileri okudu. Sonra cep telefonunu çıkarıp araştırma yapmaya başladı. Onu gören güvenlik görevlisinin yanında bitmesiyle bu isteği yarım kaldı. Güvenlik görevlisi fotoğraf çekmenin yasak olduğunu hatırlattı. Babaları kibarca teşekkür etti ve ressam hakkında biraz araştırma yapmak istediğini söyledi.
Eğer bir resim müzesinde güvenlik görevlisiyseniz tablolar ve ressamlar hakkında az da olsa bilgi sahibisiniz demektir. Güvenlik görevlisi de öyleydi. Biliyor musunuz aslında sanat tarihi okumak istemiş. Ama sınavlara gireceği zaman babası, “Başkaları sanat yapacak sen de tarihini mi okuyacaksın? O ne biçim iş öyle. Sen bence güvenlik görevlisi ol, hem çok havalı.” demiş. Ardından da güneş gözlüklerini takıp havalı havalı gülümsemiş. Babasının bu hâlinden çok etkilenince sanat tarihinden vazgeçmiş. Tabii burada güneş gözlüğü takamıyormuş. Çünkü tablolar güneş ışığından etkilenmesin diye perdeler hep kapalıymış ve ışıklar da loş tutuluyormuş.
-Ne anlatıyorsun sen?
-Olanları…
-Ejderhayı anlatmak varken bunu mu anlatıyorsun gerçekten?
-Etkilendim ne yapayım. Ben de çok istemiştim sanat tarihi okumak.
-Senin baban ne dedi?
-Hiçbir şey. Puanım yetmedi.
Güvenlik görevlisi ve babaları o güzel tablo üzerine konuşmaya öyle dalmışlardı ki Defne ve kardeşinin yanlarından ayrıldığını fark etmediler. Defne müzenin içinde koşuşturan kardeşinin peşinde nefes nefese kaldı. Kaç kat çıkıp indiler, hangi koridorlardan ne tarafa döndüler ben bile karıştırdım. Nihayet bir kapının önünde durduklarında etrafta yalnızca duvara dayanmış bir merdiven, iç içe geçmiş birkaç kova, eski bir hortum vardı. İşaretler bir bodrumda olduklarını gösteriyordu. Kerem önlerindeki kapıyı açtı. Karanlık odaya paldır küldür dalınca ayaklarına takılan şey yüzünden yere yuvarlandılar. Bu bodrumun da bodrumuna açılan bir kapaktı. Kapağı kaldırıp hiç düşünmeden aşağı indiler ve karşılarına koskocaman bir şövale çıktı. Hayır, üstlerine geçirdikleri demir zırhların altında kılıçlarını zar zor sallayan savaşçılardan bahsetmiyorum. Kastettiğim şey ressam sehpası. Defne, “Bir ressam!” dedi fısıltıyla. Hemen sonra mutlulukla seslendi.
-Merhabaaa!
Şövalenin yanından kocaman kafasını uzatan mavi pullu bir ejderha aynı neşeyle cevap verdi.
-Merhabaaa!
Defne ve kardeşi çığlık atıp iki adım geri gittiler. Ejderha tuttuğu fırçaya aldırmadan sivri tırnaklı elini bıkkın bir şekilde havada savurdu. Fırçanın ucundaki yeşil boya Kerem’in yanağına sıçradı. Pıt!
-Beni gördüğünde çığlık atmayan tek kişi Şeker Ahmet Paşa’ydı. Ah, onu öyle çok özlüyorum ki!
-Şeker Ahmet Paşa mıııı?..
-Siz ikiniz, bağırmadan ve ayrı ayrı konuşabiliyor musunuz yoksa her şeyi böyle gürültüyle ve birlikte mi yapıyorsunuz?
Ejderhanın sinirlenmeye başladığı kızaran kulaklarından belliydi. Cesaretini ilk toplayan Defne oldu.
-Şey… Sayın Ejderha Hazretleri Efendim… Yani siz gerçekten bir ejderha mısınız? Şeker Ahmet Paşa da herhâlde büyükbabanız?
-Ha… Ha… Ha… Büyükbaba mı? Ben tam 586 yaşındayım. Anlayacağınız Şeker Ahmet Paşa’nın büyük büyük dedesinden bile daha büyüğüm. O benim dostumdu. Aynı benim gibi dâhil olduğu gruptan oldukça farklıydı.
-Farklı mı?
-Tabii. O aynı zamanda ressam olan bir askerdi. Ben ise aynı zamanda ressam olan bir ejderhayım.
-Ejderhalık bir meslek mi?
-Olmadığını iddia edemezsin.
Kerem, “Edebilir miyim?” der gibi ablasına baktı. Ama o omuzlarını silkmekle yetindi. Şu anda bunu tartışmak istemiyordu. Merak ettiği başka şeyler vardı.
-Şeker Ahmet Paşa’yla nasıl tanıştınız Sayın Ejderha Hazretleri Efendim?
-Burada, Dolmabahçe Sarayı’nda tanıştık. Yıllardır kanat çırpıp uçmaktan, şövalyelerle uğraşmaktan, beni her görenin çığlık atmasından sıkılmıştım. İstanbul’un şimdi çoğu kaybolup gitmiş yer altı mahzenlerini mesken edinmiştim. Talihsizlik bu ya bir gün yolumu kaybettim ve sarayın bahçesinde resim yapmakta olan paşa ile karşılaştım. Kendisi beni gördüğünde çığlık atmak yerine, “Ah, bu ne güzel bir renk!” dedi. Sanattan da sanatçıdan da anlıyordu. Ayaküstü muhabbet ettik. Aslında asker olduğunu ancak resme olan yeteneği sebebiyle Fransa’da resim eğitimi aldığından bahsetti. Yaptığı resme hayranlıkla bakıyordum. İlgimi fark etti ve o günden sonra gizli gizli mahzende buluşmaya başladık. Bana bildiği her şeyi öğretti. Artık elime fırça almadığım tek bir gün bile yoktu. Paşa natürmort çalışmayı çok severdi. Karşımızdaki masaya çeşit çeşit meyveler dizer, onları bir güzel resmettikten sonra da afiyetle yerdik. Mmmm!.. Kırkağaç kavunuyla yaptığımız o tablonun tadı hâlâ damağımda.
Ejderha resim yaparken Defne ve kardeşi onu bir süre izledi. Ancak zaman hızla ilerlemişti. Ejderhayla vedalaşıp babalarının yanına gittiler. Onu bıraktıkları yerde, tablonun başında güvenlik görevlisiyle konuşurken buldular. Babası aslında ressam olmayı çok istediğinden ama annesinin, “Oğlum kıyafetlerin hep boya içinde kalır. Öğretmen ol, temiz temiz git işine,” dediği için vazgeçtiğinden bahsediyordu.
-Bence daha güzel bitebilirdi.
-Katılıyorum küçük kardeş.
-Pes artık! Bundan sonrakileri siz anlatırsınız.