KURALSIZ BİR GÜN
- Derya Deniz
- 18 Kas 2023
- 3 dakikada okunur
Güncelleme tarihi: 3 Ara 2023
Yazar: Derya Deniz
Editör: Neşe Karakaya
Şef Editör: Behice Kavak

Soğuk bir hava… Şatonun eskimiş gri duvarlarının ardından sesler yükseliyor. Kahkaha mı? Bir haykırış ya da ağlayış mı? Sanki daha çok öfke dolu bir isyan. Güneş ışıkları, kalın ve buğulu camlardan zorlukla sızıyor. İçeride neler olup bittiğini henüz göremiyoruz. Ana kapının açılmasını beklemeliyiz. Şşşştttt! Duyabiliyor musunuz, seslere baykuş uğultuları da eklendi.
Ah evet! Ayak sesleri dış kapıya yaklaşıyor. Tak tak tak! Topuklu, rugan ayakkabılar taş zemini inletiyor. İşte, kapı açıldı. Eskimiş rutubet kokusu bütün bahçeye yayıldı.
Giz, dışarıdaki merdivenlerden inerken, “Erken kalkmak istemiyorum!” diye haykırdı. Meydandaki dev ve ürkütücü bitkiler bizi biraz engellese de kül rengi elbisesinin uçlarının rüzgârda dalgalanarak taş merdivenleri yaladığını görebiliyoruz. “Sizin kurallarınızı uygulamaktan yoruldum!” dedi. Burnundan soluyan kızgın bir ejderha gibi nefes alıp veriyor ve söylenmeye devam ediyordu. “Kurbağaları beslemeyi unutma Giz, baykuşa hava aldırmayı unutma, saçlarını yağlamayı unutma! Kurallar, kurallar, kurallar!” Hışımla bahçedeki fıskiyenin yanından geçti, adımlarını ağaçlık tarafa doğru çevirerek gözden kayboldu.
Yapraklarını dökmüş yaşlı ağacın altına geldiğinde sırtını bu kalın gövdeye yasladı. Sisin içinde bütün sırlar güvendeydi. Kül rengi elbisesinin altında sakladığı kitabı çıkardı. Çılgın Büyüler Kitabı. Yüzyıllardır ailesinin koruması altında bulunan bu kitap oldukça değerliydi ve sadece izni olanlar ona dokunabilirdi. “Kısa süreliğine ödünç alıyorum,” dedi içinden, “Sonra yerine koyacağım. Söz.”
Sekiz yüz altmış beşinci sayfayı açtı ve yazılanları okumaya başladı:
“Uymam gereken bütün kuralların yok olması için halfini harimi hanf...” Sözcükler tekerleme gibi birbirini takip ederken ormanın derinliklerinde bir şimşek çaktı. Parlak ışık, hâkim olan loşluğu sıyırarak her yeri aydınlattı. Bundan böyle uyması gereken hiçbir şey yoktu. Canı ne isterse artık onu yapabilirdi.
Arkasını dönerek eve doğru koştu. Şatonun dış kapısındaki demir halkaları tutarak var gücüyle dövmeye başladı. Kapı telaşsızca açıldı. Soluk benizli uşak, “Hoş geldiniz,” diyerek onu içeriye aldı.
Şatonun yarı aydınlık koridorunda döne döne koşmaya başladı. Kimse ona durması gerektiğini söylemiyordu. Sonra zıplayarak taş merdivenleri tırmandı. Odasının kapısına gelince durdu. Duvarları örten büyük kadife perdeler odanın kapısının kapanmasıyla hareketlendi. “Baykuşu çıkarmak zorunda değilim,” dedi ve kendini fırfırlı örtülerle kaplı yatağın üzerine bıraktı.
Hiçbir şey yapmak zorunda olmamak mutlulukla aynı şeydi. Canı nasıl isterse öyle hareket edebilirdi. O gün mahzene inmedi. Oysa yetiştirdikleri sinekleri alıp bataklık kurbağalarını doyurması gerekiyordu. “Zavallı kurbağalar! Bugün önceliğim siz değilsiniz.”
Duvardaki büyük guguklu saati de kurmadı. “Bu aptal saatin sesini hiç sevmiyorum.”
Aile geleneği olan kokulu yağlar ile saçlarını nemlendirmek çok yorucuydu. Bu akşam bunu da yapmak istemedi. Sadece yatağının üzerine oturdu ve siyah kâğıtlardan yarasa figürleri oluşturdu. Kimse ona niye böyle davrandığını sormadı.
Ve ertesi gün! Herkes, derin uykularında güven içinde uyurken duvardaki büyük guguklu saatin çalmasını bekliyordu. Çünkü hep böyle olurdu. Saat çalar ve önce soluk benizli uşak uyanır, özenle hazırladığı kahvaltı için bütün ev halkının toplanmasını beklerdi. Annesi son kontrolleri yapmak için mutfağa iner, ardından babası gelir, ahşap oymalarının güzelliği ile övündüğü sandalyesine oturur ve birlikte kahvaltı yaparlardı. Ama o sabah bütün bunlar yaşanmadı. Çünkü dün gece saat kurulmamıştı! Bu yüzden yediyi çeyrek geçe çalması gereken gong çalmadı ve geç kalkan uşak iyi bir kahvaltı hazırlayamadı. Küflü peynir, az kızarmış ekmek, kuşburnu marmeladıyla geçiştirilen sofra Giz’in karnını doyurmadı. Bütün gün aç kaldı. Keşke sadece bu kadarla kalsaydı!
Saçlarını taramak için banyoya girdiğinde bunun mümkün olmadığını gördü. Yağlanmamış saçları tıpkı cadısüpürgesi gibiydi. Onları saklayabilmek için en sevmediği şapkasını takmak zorunda kaldı. Terleyen saç derisi kaşıntıdan dayanılmaz olmuştu. Bu sebepten yatmadan önce saçlarını iki kez yağlamak zorunda kaldı.
Baykuş… Akşam bahçeye salınmamıştı. Bu, farelerin dışarıda parti yapması demekti. Pencerelerin önünde koşuşturan fareler tıkır tıkır ses çıkardıkça baykuş kanatlanmış, uçmasına izin vermeyen eşyalara çarparak ortalığı birbirine katmıştı. Uşak hâlâ mutfak işleri ile meşgul olduğundan bütün bu dağınıklığı Giz toplamak zorunda kaldı. Günün yarısını buna ayırdığı için Yarasa Kulübü’nün düzenlediği mağara keşfine katılamadı.
Asıl kâbusu ise yatmaya karar verdiğinde yaşadı. Aç kalan bataklık kurbağaları var güçleri ile bağırıyorlardı. Kafasının içinde kurbağa seslerinden oluşan bir senfoniyle uyumak imkânsızdı. O saatte mahzene indi. Sinekleri kutuya doldurduğu gibi şatonun arka tarafındaki bataklığın yolunu tuttu ve “Vırak vırak!” bağıran kurbağaları doyurdu. Yüzünü görebilseydiniz bu olanların onu nasıl bezdirdiğini anlayabilirdiniz.
Eve döndüğünde Giz’in yatağına girip horultuyla uyuduğunu zannediyorsanız yanılıyorsunuz. Öyle olmadı. Bakın işte orda. Kimselere görünmeden parmak uçlarında yürüyerek kütüphaneye girdi. Çılgın Büyüler Kitabı’nı aldı. Sekiz yüz altmış beşinci sayfayı açtı ve “Büyüyü Geri Alma” bölümünü incelemeye başladı. Ne yapacak dersiniz