KİM DAHA BUDALA?
- Fatma Tülin
- 20 Şub 2024
- 2 dakikada okunur
Yazar: Fatma Tülin
Çizer: Zahide Şahin
Editör: Ayşe Elif Karamollaoğlu
Şef Editör: Behice Kavak

Annesi odaya yıldırım gibi düştü. “Hemen sofraya gelmezsen, seni o kitapların arasında kuruturum!”
Bu, okumayı çok seven bir çocuğun biraz acınası öyküsü. Çünkü bir çocuğun, kitap görünce limon yemiş gibi yüzünü ekşiten anne babası varsa, durumu epey acıklıdır.
Bugün de annesi şak diye kapıyı açıp, pat diye içeri girerek, küt diye elindeki kitabı almadan önce, burnunu bir dev masalına gömmüştü çocuk. Masal, en sevdiği tatlının yani kazandibinin lezzetindeydi. Burnu kazandibinden, pardon yani masaldan henüz çıkamadan, annesinin tiksinti ve öfkeyle kendisine baktığını fark etti. Sanki çocuğu bir tapire dönüşmüş gibi bakıyordu!
Annesi âdeta kitaba fare muamelesi yaparak ipinden tutup yere fırlatınca, devlerin kafaları şap diye kitabın arasına sıkıştı. Macera bitmek üzereydi oysa. Üstelik devlerin kazanması an meselesiydi!
Devler, uyumanın 1 ay boyu yasaklandığını duyan koalalar gibi şaşkın, süt fiyatlarına zam geldiğini öğrenen İskoç kedileri gibi üzgün üzgün bakakaldılar. Çocuğun hâline acıdılar.
Annesiyle babası yemek boyunca hiç konuşmadı. Çünkü gözlerini ekrandan ayırırlarsa, Allah korusun, dramatik bir müzik eşliğinde sahilde ağır çekim yürüyen kahramanın ceketinin savrulduğu anı kaçırabilirlerdi. Bu sırada annesi, çatalını makarnaya değil de bardağın içindeki suya sapladı. Su acı dolu bir çığlık atmak üzereydi!
Kitabın arasında sıkışıp kalan devler, halay çekerek salondan içeri girdiler. Tey tey de tey tey tey… Kıvrak hareketlerine bakılırsa, halay başı Erzurumlu olmalıydı.
Annesinin önünde durarak, “Siz,” dedi, en korkunçları. “Nasıl olur da kitabı şap diye kapatarak bizim boynusumuzu sıkıştırmaya cüret edersiniz?!”
Çok akıllı değilse de öbür devden daha az ahmak olduğu anlaşılan soldaki dev, arkadaşının kulağına eğilerek, “Boynumuzu,” diye düzeltti.
“Şey işte, boynumuzu,” dedi korkunç dev. Sonra televizyonu göstererek, “Hem niye bayram budalası gibi ağzınız açık bakıp duruyorsunuz oraya?!”
Soldaki dev, “Eee şey, ayran budalası,” diye fısıldadı bu kez.
“Aman işte neyse, ayran, kefir fark etmez. Sonuçta kitabı fırlatıp, ağzını açarak şu kutuya bakmak her türlü budalalıktır!”
Böylece dev, galiba hayatındaki en uzun, en düzgün ve en anlamlı cümleyi kurmuş oldu.
“Kipatları çok seven bir çocuğun sizin gibi bir anne babası olması çok üzücü. Sizi şuracıkta tek lokmada yutardım. Ama şükredin ki tekerimi yükselttiği için insan yemiyorum.”
Soldaki dev, “Kitap” diye düzeltti. “Ayrıca tekerin değil, şekerin yükseliyor.”
Korkunç dev, "Amaan boşver!" dercesine elini salladı. “Şimdi gidiyoruz, ama tekerim normale döndüğünde yine gelebiliriz. Ayağınızı denk alın!” dedi.
Bu kez Diyarbakır Yöresi’ne ait bir halayla odayı terk ettiler.
Babası televizyonu kapattı. Ama dizinin devamını çok merak ettiği için biraz buruk gibiydi.
Annesi titreyen ellerle sofrayı topladıktan sonra, kabuğuna saklanan utangaç bir kaplumbağa gibi, mutfağa saklandı. Ahmaklıklarıyla ünlü devlerin bile onları “budala” bulması, epey zoruna gitmişti. Tabaklardan köpükleri akıtırken, en son okuduğu kitabı düşündü. Bir türlü hatırlayamadı. Zaten, ilk ve son okuduğu kitap aynı olduğu için uzuun yıllar geri gitmesi gerekirdi hatırlamak için.
Bulaşıkları kurularken, en sevdiği dizinin en acıklı müziği çalıyordu kafasında. Tıpkı dizinin baş kadın kahramanının yaptığı gibi, paslanmaz çelik tencereye sitemle baktı. Bakışları çeliği bile paslandıracak kadar pişmanlık doluydu.
Ani bir kararla mutfaktan çıktı. Çocuğunun minik kitaplığının önünde durarak rastgele bir kitap seçti. Kaderin cilvesine bakın ki seçtiği kitap, kocaman iyi kalpli bir devin maceralarını anlatan Koca Sevimli Dev’di.
Çocuğa gelince… Devlerin akıbetine yüreği dayanmayacağı için, kazandibi lezzetindeki kitabın sonunu hiç okumadı.