top of page

KIRMIZI BURUNLU ŞİŞ GÖZLÜ İNSANLAR

  • Yazarın fotoğrafı: Elif Hilal Demirkıran
    Elif Hilal Demirkıran
  • 17 Kas 2023
  • 3 dakikada okunur

Güncelleme tarihi: 6 Ara 2023

Yazar: Elif Hilal Demirkıran

Editör: Elif Eryılmaz

Şef Editör: Behice Kavak

ree

Şehre geldiğim o ilk gün, üç dört metre arayla oluşan peçete dağları ve kırmızı burunlu, şiş gözlü insanlar epey dikkatimi çekti. Halbuki bu şehir insanların birbirine olan nezaketiyle, çokça şairin yaşamasıyla ve sokaklarında işitilen musiki sesleriyle meşhurdu. Peçete dağlarından, kırmızı burunlu, şiş gözlü insanlardan kimse bahsetmemişti.

Üç yıldır yoğun olarak çalıştığım psikiyatri kliniğinde çok bunalmıştım. Biraz sakinlik aradığım için bu küçük şehre tayinimi istedim. Emlakçı Selim Bey aracılığıyla bir daire kiraladım. Kendisiyle de ahbap olduk. İki tane evladı var: Ahuzar ve Âhin. Onlarla çok iyi anlaşıyorum. Ben hastaneden, onlar okuldan çıktıktan sonra beraber oyun oynadığımız oluyor. Sessiz sinema ve kelime üretme oyunu… En sevdiklerimizden…

Her şey iyi ve hoştu ama sonraki günlerde, insanların olaylar karşısındaki hassasiyetlerinin fazla olduğunu düşünmeye başladım. Anneler çocuklarına azıcık seslerini yükseltse pişmanlıktan ağlıyordu… Öğrenciler, sınavdan yüz değil de doksan dokuz aldıkları için ağlıyordu… Kediler istedikleri odaya giremeyince ağlıyordu… Şiirler okununca topluca ağlıyorlardı. Hatta burada tabakta kalan yemekler bile çocukların arkasından ağlıyordu! Peçete dağlarının, şiş gözlerin ve kırmızı burunların sebebini sonradan anladım.

Bir gün, “Allah’ım, bu insanlar neden böyle? Bu kadar duygusallık da fazla ama!” deyip isyan ettim. Hemen hocalarımı aradım. Mutluluk iksiri üzerine çalışmaya başladık. Çalışmamız üç yüz elli beş gün, yedi saatimizi almıştı ama sonunda herkes mutlu olacaktı.

Şehre iksiri tanıttım. Çoğunluk, ilk önce, “biz halimizden memnunuz” deyip aşı olmak istemedi. Sonrasında, yaptıran kişilerin yüzlerinde güller açınca büyük küçük, torun tombalak herkes aşılanmak için kuyruk oluşturdu. Kediler de iksirden nasibini aldı. Aşı yaptırmayan sadece yaşlı bir dervişti. O da çok önemli değildi! Bir hafta sonra insanların gözyaşları kurudu, yerini kahkahalar aldı. Kendimle gurur duyuyordum; ta ki Ahuzar ve Âhin’in yanıma geldiği güne kadar.

O gün kırmızı renkli bir bisikletle gelmişlerdi.

— Oo hayırlı olsun, yeni mi aldınız?

— Yoo, komşunun çocuğundan zorla aldık.

— Nasıl yani? Neden böyle bir şey yaptınız?

— İstedik, vermedi. Biz de onu bir güzel pataklayıp aldık. Arkamızdan bir bağırışı vardı. Görmeliydin çok komikti.

— Aman Allah’ım neden böyle bir şey yaptınız, hiç mi üzülmediniz?

— Yoo, biz artık üzülmüyoruz ki çok mutluyuz.

O an rengimin önce kırmızıya, ardından patlıcan moruna döndüğüne eminim. Sonra kanım çekildi. Kireç gibi bembeyaz oldum. Mutluluk formülü vicdanları da dondurmuştu!

Kendimi toparlayıp hemen çarşıya indim. Aman Allah’ım bu insanlara ne olmuş! Çocuklar hayvanlara eziyet ediyor ve kimse durdurmuyordu. Hatta birisi camdaki sinekleri toplayıp kavanoza doldurmuş, sinek koleksiyonu yapacaktı. Esnaf hile hurdayla mallarını satmaya başlamıştı. Vicdanlar çalışmadığı için birbirlerini kandırmaktan zerre üzüntü duymuyorlardı.

Halk bu durum karşısında üzülemediklerinden sadece öfkelenip bağırıyordu. Hangi sokağa girsem, hangi yana baksam acayip manzaralara şahit oldum. Bebekler bile ağlamaz olmuştu. Emziklerini düşürseler bağırıyorlardı. Anneler yemek yapmayı bırakmış, ev halkının aç kalmasından rahatsızlık hissetmiyorlardı. Çocuklar dersleri iyice boşlamış, düşük not almayı umursamıyordu. Normalde ağızlarından bal damlayan neneler, binlik tesbihlerini çekerken nerede kaldıklarını unutsalar homur homur homurdanıyordu. Hayvanların dahi huyları değişmişti. Peşime takılan bir Siyam kedisinden kendimi zor kurtarmıştım.

Şairler meclisine kadar kovaladı beni. “Belki şairler bu durumdan çok etkilenmemiştir.” diye ümit ederek meclise girdim. Ama başımdan aşağıya kaynar sular döküldü. Şiir sayfalarını uçak yapmışlar, birbirlerine atıyorlardı. O manidar kelimelerin, derin anlamların yerini saçma cümleler, bomboş kahkahalar doldurmuştu. “Olamaz!” deyip hızla uzaklaştım. Hemen ilerideki cami dikkatimi çekti. Oradaki durumu merak ettim. Ama maalesef umduğumu bulamadım. İnsanlar artık dua bile etmez olmuştu!

Vücudumun her zerresi sanki araba çarpmış gibi sızlıyordu. Yürüdüm, yürüdüm… Saatlerce yürüdüm. Sonra kendimi, aşıya karşı çıkan dervişin kapısının önünde buldum. Usulca kapıyı araladı, yüzündeki şefkatli gülümseme ile sıkıca kucakladı beni. “İçeri gel evlat.” dedi. İçinde beş minder ve el dokuması bir kilim bulunan küçük odasına girip sağ tarafa oturdum. Toprak bardakta reyhan şerbeti ikram etti. Şerbetten bir yudum aldım ve ağlamaya başladım.

Ben susana kadar hiç müdahale etmedi. Sonra, “Doktor, gözyaşı yağmur gibidir; gam ve kederi yıkar, temizler. Mutluluk çiçeklerini büyütür içimizde.” deyip gözyaşı çiçeğini uzattı bana. Oradan hafiflemiş bir şekilde ayrılıp hemen hocalarımla görüştüm. Gözyaşı çiçeğinin içerisindeki özel maddeyi kullanarak mutluluk iksirinin vücuttan atılımını sağlayan bir karışım hazırladık.

Şükürler olsun, karışım bir hafta sonra etkisini göstermeye başladı. Vicdanlar uyandı. Herkes yine duygusal ama mutlu hayatlarına geri döndü. Ahuzar ve Âhin ile oyunlarımıza kaldığımız yerden devam ettik.

 
 

©2023, Recep Bilal Aksu tarafından kurulmuştur.

  • Instagram
bottom of page