top of page

KAYIP TAT

  • Yazarın fotoğrafı: Reyhane Yarış
    Reyhane Yarış
  • 1 Haz
  • 2 dakikada okunur

Yazar: Reyhane Yarış

Editör: Sevde Dilruba

Çizer: Eda Gizem Güllü

ree

Hikâ, rüzgârların hafif uğultusuyla ağaçların yapraklarını yavaş yavaş döktüğü bir sonbahar gününde fırından yeni çıkan hikâyesine tarçınlı bir sos hazırlıyordu. Sos, puantiyeli bandanasından çıkan örgülü saçlarının tonundaydı. Çınar ağacının dallarına kurulu, “Hikâ-Ye-Mek” adını verdiği dükkânı tıka basa doluydu. Misafirlerin kapıda oluşturduğu kuyruk yaklaşık on iki otobüs uzunluğundaydı. Hikâ, yirmi kollu bir ahtapot gibi bir yandan 50 g fikir tozuyla yoğurduğu hikâyesini 65 cc hayal buharıyla demlenmeye bırakıyor, bir kenarda hikâyesi için en uygun pişirme tekniğinin hangisi olacağını deniyordu. Tüm bunlar olurken Hikâ’nın yüzünde dokuz sivilce, dudağındaysa üç tane uçuk patlamak üzereydi. Demlenmeye bıraktığı hikâyesini artık bir an önce pişirip servis etmeliydi. Yorgunluktan balık gibi bakan gözleri kapandı kapanacakken titreyen elleri ve yarım yamalak gülümsemesiyle hikâyesini tabağa aldı.

—Bir şey eksik Hikâ!

—Ne?

—Tadı.

—Emin misin?

—Adım kadar.

Fikir tozu, hayal buharı, sabır kurusu hepsi tastamamdı işte. Ramila yanılıyor olabilirdi. Ertesi gün hızla servis ettiği hikâyeler ilk kez yenmemişti. İlerleyen günlerde misafirler giderek azaldı. Hikâ-Ye-Mek kışın yapraksız kalan kara ağaçlara dönmüştü. Kış, çeneleri titreten sert rüzgârlarla gelmişken Hikâ, boş dükkânda hikâyeleri antika Çin porselenleriyle, ipek peçetelerle servis ediyor ama istediği tadı bir türlü bulamıyordu. Erkenden uyanıyor, akşam yatana dek hikâyelerini pişiriyor, rutininin dışına asla çıkmıyordu. Tuhaf tuhaf danslar etmiyor, abidik gubudik şarkılar da uydurmuyordu. Pişireceği hikâye fikirleriyle yatıp yine onlarla kalkıyordu.

Bir sabah mahmur gözlerle mutfağa geçti, geceden hazırlayıp galeta ununa buladığı hikâyeleri kızartacaktı ki o da ne? Tencere ortadan ikiye çatlamıştı. Başka bir tencere asla kullanamazdı. Yoksa bütün hikâyeler tavaya yapışır kalırdı. Mecburen dışarı çıkacaktı. Montunu giyip atkı ve beresini taktı. Kapının sağındaki tarçın renkli şemsiyeyi görünce en son, bir sonbahar akşamı çikolata almaya gittiğini hatırladı. Dışarı çıktığında güneşten gözleri o kadar kamaştı ki istemsizce kapandı ve daha fazla ilerleyemedi. O sırada bir sesle irkildi.

—Hikâ iyi misin?

—Ramilâ, sen misin?

—O kadar uzun süredir dükkândasın ki gözlerin ışığa alışamadı sanırım.

—Eee… Evet, galiba. Hava niye bu kadar sıcak kışın ortasında, hiç anlamıyorum.

—Hikâ hangi kıştan bahsediyorsun? Güldürme beni.

O sırada Hikâ şöyle bir durdu. Cıvıldayan kızılgerdan kuşuna kulak kabarttı. Hanımeli kokan meltemi içine çekti, bembeyaz açan bahar dallarına hayretle baktı. Bahar gelmişti!

—Hadi Hikâ! Dut ağacına tırmanalım, ne duruyoruz?

Hikâ eskiden severek yaptığı, kendisine neşe veren küçük şeyleri bir süredir önemsemediğini fark etti. Eksik olan şeyi bulmuştu. Bu, kaybolan heyecanıydı. Onu damarlarında hissettiği anlarda yaptığı her şeyin çok güzel olduğunu fark etti. Hikâ-Ye-Mek’e umutla koştuğunda hikâyeleri eskisinden daha da lezzetliydi. Hikâye severler ise bu muhteşem kokuyu çoktan almışlardı.

 
 

©2023, Recep Bilal Aksu tarafından kurulmuştur.

  • Instagram
bottom of page