KAYIP ARANIYOR
- Nagihan Coşkuner
- 8 Eki 2024
- 5 dakikada okunur
Yazar: Nagihan Coşkuner
Editör: Hatice Boyraz
Çizer: Deniz Arı

Ay dede gökyüzüne tırmanıp bütün çocuklara el sallayalı çok oluyordu. Küçük evimizin beyaz duvarları, tavandan sarkan sarı ışıkla gündüzü andırdığından ay dedeye el sallayıp odama gitmeme gerek yoktu. Büyük kanepemizin çiçekli örtüsünün üzerinde çiçekli pijamalarımla otururken öyle usta bir şekilde kamufle olmuştum ki annemle babam gözlerini pür dikkat diktikleri televizyon sayesinde beni fark etmiyorlardı. Kendi kendime sırıttım, şansım yaver giderse bu güzel yarışmayı onlarla izleyebilirdim.
Safinaz oturduğu yerden bana dik dik baktı ama başımı ona çevirmedim. Hangi takım kazanacaktı acaba?
“O zaman ben gideyim.” dedi mırıltıyla. Duymazdan geldim, yanımda homurdanıp onu göreyim diye şekilden şekle girdi ama tınlamadım bile. Safinaz gürültüyle koltuktan atladı, anneme ve babama el sallayıp hızlıca evden çıktı. Rahat bir nefes alıp gülümsedim.
Kırmızı takım, berabere giden yarışmayı son oyunla kazanırken annemle birlikte heyecanla yerimizde zıpladık. Annem sevinçle şakıdı, babam mavi takımı tuttuğundan huysuzca homurdandı. Kaybettiği için mutsuzdu. Arkasına yaslanıp ağzına fındık attığı esnada bakışları beni buldu.
“Potoo! Sen daha uyumadın mı?”
“Uykum yok.” dedim ellerimi iki yana açarak. Onların uykuları da yoktu, hep birlikte burada oturabilirdik o zaman.
“Olmaz küçük hanım, derhal yatağa gidiyorsun!”
Babama itiraz ettiğimiz zaman burnu tıkanıyordu. Burnu tıkandığında ise yüzü kıpkırmızı kesiliyor ve nefes almak için ağzını açtığında çok yüksek bir ses çıkartıyordu.
Uykum yoktu, nasıl uyuyacaktım ki?
Koltuktan sıçrayarak atladım. Belki geri dönmemi isterler diye ikisine de uzun uzun bakarak odama doğru yürüdüm ama televizyona bakmaya devam ediyorlardı. İkinci yarış başlamıştı, acaba kim kazanacaktı?
Duvarları gri boyalı odama girip kapıyı hafif aralık bıraktım. Ayağım, yerdeki oyuncak arabaya takıldı ve popomun üzerinde yere devrildim. Arabanın etime batan sivri kenarı canımı acıtsa da elime alıp sürünerek onu büyük araba garajına götürdüm. Gündüz oynayamamıştım çünkü yorgundum ama şu an hiç yorgun değildim. Arabayı diğerlerinin yanına park ederken küçük ayı oyuncağım bana el salladı. Heyecanla yanına gittim ve onu diğer arkadaşlarının yanına, çay partisine götürdüm.
Sahi Safinaz neredeydi? İnsan gitmeden bir haber verirdi. Yataktan aşağı sarkıp örtüyü kaldırarak altına baktım, küçük yer cücesi canavarım yatağımın altındaki tozları süpürüyordu. Hapşırdı ve başına bağladığı yazmayla ağzını kapatarak bana döndü. “Şu annen ne zaman temizlik yapmayı düşünüyor acaba?” Bilmiyordum. Annem gündüzleri televizyon izlerken çok yoruluyordu ve geceleri de temizlik yapılmazdı.
“Safinaz’ı gördün mü?” diye sordum yer cücesi canavarına. Huysuzca homurdandı. “Görmedim, yine mi kaçtı?”
“Bana darıldı sanırım.” Ona el sallayarak örtüyü kapattım. Bu saatte rahatsız edilmekten hoşlanmazdı zaten.
Safinaz neredeydi? Acaba camı açıp dışarı mı baksaydım? Ay dede bu kadar parlaksa neden geceleri sokakları aydınlatmak için lamba yakıyorlardı, tek başına yetmiyor muydu? Demek ki güneş kadar güçlü değildi. Camı açıp başımı dışarı sarkıttım. “Safinaz, neredesiiiiin?” diye seslendim karanlık sokağa. Uçuşan gece sinekleri vızıldayarak alnıma kondu. Kendi dillerinde bir şarkı söylüyor olmalıydılar. “Vız, vız, vııııııııız!”
“Safinaz’ı gördünüz mü? Benim boylarımda, biraz daha sıska. Çok hızlı koşar ve biraz alıngandır.” Sinek uzun bir vız eşliğinde antenlerini iki yana salladı ve uzaklaştı. Dudaklarımı büzüp başımı pencerenin kenarına yasladığımda bir grup çocuk sıra halinde kaldırımdan yürüyordu.
“Hey!” dedim heyecanla. “Baksanıza!” Çocuklar aynı anda durdular ve sesin nereden geldiğini anlamak için aynı anda önce sağa sonra sola baktılar. “Buradayım! Yukarıda!” Ellerimi sallayarak bana bakmalarını sağladım. Hepsi gözlerini bana çevirmişti. “Nereye gidiyorsunuz böyle hep birlikte?”
“Biz Baykuş Çetesi'yiz, geceleri sokakları kontrol eder kayıpları ararız.”
“Gerçekten mi? Benim arkadaşım da kayboldu, onu gördünüz mü?”
“Gördük mü?” diye sordu en arkadaki çocuk. “Hayır, görmedik,” dedi en öndeki çocuk. “Ama istersen bizimle arayabilirsin.”
Heyecanla başımı aşağı yukarı sallayıp pencereyi kapattım ve parmak uçlarımda yürüyerek odamdan sessizce çıktım. Annemle babam hâlâ yarışmayı seyrediyordu. Mavi takım kazanmak üzereydi. Babam sevinçle bağırdığında kapıyı açıp dışarı çıktım ve pembe terliklerimi giyinerek kapıyı kapatmadan çocukların yanına koştum. En arkaya geçip küçük yüzünde kocaman gözleri olan sarı saçlı çocuğun yanına geçtim.
“Safinaaaaaz!” diye bağırdım birkaç kere ama sokaklar bomboştu. Nereye gitmişti bu kız? Çocuklar benimle birlikte seslendi: “Safinaaaaaaaaaaaaz!”
“Nereye gitmiş olabilir?”
“Bilmiyorum,” dedim dudaklarımı bükerek. “Hep böyle kaçıyor, anlamıyorum.”
“Geri dönüyor mu?”
“Evet, her zaman! Geceleri ne oluyorsa bırakıp gidiyor beni ama bu gece dönmedi. Sanırım onu küstürdüm.”
“Ne yaptın?” diye sordu üçüncü sıradaki çocuk. “Televizyon izliyordum ve onunla ilgilenmedim.”
“Ayıp etmişsin,” dedi ikinci sıradaki çocuk. “Böyle olmayacak,” dedi yanımdaki çocuk. “Hadi, Parasomnia Belediyesi'ne gidiyoruz!”
Anında yön değiştirdiler, ben de koştur koştur onlara ayak uydurmaya çalıştım ama çok hızlı yürüdükleri için sürekli terliklerime takılıp düşüyordum. Sonunda büyük belediye binasına geldiğimizde kapıların kilitli olduğunu gördük. Omuzlarım üzüntüyle çöktü, Safinaz’ı bulamayacaktık.
“Gelin benimle.” diye fısıldadı en öndeki çocuk. Sessiz adımlarla onu takip etmeye başladık. Büyük gri binanın etrafından dolanıp arkasında durduk. Çocuğun, bize gösterdiği çöp boşaltma kapısından içeri geçmesini bekledik. Hepsi sırayla içeri girdiğinde dışarıda sadece ben kalmıştım. Kapının önü korkunç kokuyordu, çöplerin suyu buraya akmış olmalıydı. İçeri girmeden önce yerde gördüğüm iki mantarı burnuma tıkadım, artık kötü kokuyu almıyordum.
Büyük Parasomnia Belediye binası sarayları andıran yüksek bir tavana sahipti. İçerisi karanlık ve ıssızdı, çıt çıkmıyor, sinekler bile şarkılarını söylemiyorlardı. Baykuş Çetesi sırayı bozmadan birinci kata çıktı, ben de onları takip ettim. Kapısında ‘KAYIP BULMA BÜROSU’ yazan odaya girdiler ve mikrofonlu masanın etrafını tam tur sardılar. Kutu kutu pense mi oynayacaktık acaba?
“Dikkat dikkat!” Bizi buraya getiren koca gözlü kahverengi saçlı çocuk işaret parmağıyla mikrofonun düğmesine basıyordu. “Parasomnia Belediyesi sakinlerine duyurulur. Safinaz isimli bir arkadaş kaybolmuştur. Görenlerin, duyanların veya ona rastlayanların Baykuş Çetesi'ni bulması rica olunur.” Mikrofona aynı cümleyi üç kez tekrar ettiğinde dayanamayıp yanına gittim ve onun gibi düğmeye bastım.
“Safinaz, seni çok seviyorum, ne olur geri dön! Yarın okula gideceğim, gelmezsen günüm hiç güzel geçmez, lütfen!”
Ağlayarak üç kere tekrar ettiğim cümlenin sonunda, boş koridordan yankılanan adım seslerini duyduğum an gözyaşlarım durmuştu. Korkuyla birbirimize baktık, şimdi ne yapacaktık?
“Kaçın!” dedi kaçıncı olduğunu bilmediğim çocuk. Hepsi kocaman gözlerini daha da büyüterek odadan çıktı. Eh, orada duracak halim yok ya ben de koşmaya başladım. Belediye bekçisi elindeki fenerle peşimizden koşuyordu. “Hey! Gelin buraya!”
Gözyaşlarım yanaklarımdan hızla süzülüp tüm belediye binasını bir deniz gibi sardığında çıkan dalgalarla birlikte yangın söndürme kovalarından birine atladım. Kollarımı kürek gibi kullanarak kendimi binadan dışarı attım. Umarım bekçi amca yüzmeyi biliyordur.
Dışarı çıkıp üzgün adımlarla eve doğru yürürken gökyüzünde bir sıra baykuş ‘guk guk’ sesleri eşliğinde uzaklaşıyordu. Onlara el sallayıp ağlayarak önüme döndüm. Safinaz’ı bulamamıştım, şimdi ne yapacaktım?
“Potoo?” Evimin önüne vardığımda başımı yerden kaldırıp bana seslenen kişiye döndüm. Safinaz kocaman gözleriyle bana bakıyordu.
“Safinaz!” dedim neredeyse bağırarak. “Her yerde seni aradım, neredeydin?”
“Dolaşıyordum Potoo, beni çağırdığını duyunca hemen geldim.”
Esneyerek ona yaklaştım ve sıska bedenine sıkıca sarıldım. “Hadi, eve girelim.”
Açık bıraktığım kapıdan eve girdik ve kapıyı sessizce kapatıp parmak uçlarımızda odama doğru yürüdük. “Hadi, uyuyalım uykum geldi.” Annem, ben odama girmek üzereyken televizyonu kapatmıştı. “Benim uykum gelmedi daha,” dedi babam televizyonu yeniden açarak. Başımı uzatıp oturma odasına baktım, annemin uykusu yanındaydı ama babam yalnız oturuyordu.
“Hadi,” dedim Safinaz yeniden kaçmadan elini tutarak. Onu odama doğru sürükledim, birlikte yatağa yatıp açık penceremden gökyüzüne baktık. Esneyerek ona sıkıca sarıldığım esnada odamın kapısı açıldı ve annemle göz göze geldik.
“Uyumadın mı hâlâ Patoo?”
“Uykum kaçmıştı,” dedim yorgun bir şekilde esneyerek. “Yeni geldi.”
Safinaz kıkırdadı, ben de onunla güldüm ama annem huysuzca kaş çattı her zaman söylediği cümleyi tekrar etti: “Akşam yatmak bilmezsin, sabah kalkmak!”