KASABAMIZA TARANGAGULAR DADANDI
- Elif Hilal Demirkıran

- 17 Kas 2023
- 3 dakikada okunur
Güncelleme tarihi: 8 Ara 2023
Yazar: Elif Hilal Demirkıran
Çizer: Nimet Sel
Editör: Neşe Karakaya
Şef Editör: Behice Kavak
Bir gün benim küçük torun koşarak telaş içinde yanıma geldi.
— Dede dede!
— Ne oldu be Asan? Acık soluklan.
— Dede kasabaya geldiğimden beri bu kaçıncı vukuat!
— Ayırdır inşallah oğlum. Yine ne olmuş be ya?
— Bizim Çakaloz’un karne hediyesini almışlar bu sefer de. Ağlayıp duruyor. Teselli suları bitmiş, bizde var mı?
— Ay Allah. Var kızanım. Dolapta sağ üst köşede.
Bundan tam yirmi üç gün, beş saat önce kasabamızda bir şeyler kaybolmaya başladı. Bizim Tonton Memiş’in en sevdiği vanilyalı kurabiyeleri, Sündüs hanımın takma dişleri, Masalcı Nine’nin turşusunu kurduğu masalların bir kısmı, bebeklerin patikleri ve bizim kızanların da tabletleri. Kimseye çaktırmasam da geceleri ben de kilit üstüne kilit vuruyorum. Ya gelip benim altın dişlerimle yakın gözlüğümü de alırlarsa. Allah muhafaza! Sanırım Tarangogular geri döndü!
Bizim Asa’nın koşmaktan domates gibi kızardığı o günün akşamında çocuklar kapıma dayandı.
— Elini ayağını öpelim Rahmi amca, bize yardım et! Sen bu kasabanın en yaşlısı sayılırsın. Tarangogular geri dönmüş diyorlar.
— Durun be kızanlar. Er şeycikleri anlatacağım. Önce şu çardağa oturun da sakinleşin. Asan, oğlum sen de arkadaşlarına sebildeki limonatadan ikram et bakayım.
— Büyük büyük dedelerimiz Bulgaristan'dan göçüp geldiklerinde, bu kasabada onlar yaşıyormuş. Halkla bir anlaşma yapmışlar ve senelerce de beraber yaşamışlar. Sonra aralarında savaş çıkmış. Bu savaşı Tarangogular kaybetmiş. Kasabayı terk edip Severet Dağı’na göç etmişler. Ama âlâ akıllarının bu kasabada olduğunu söyleyenler var. Bunlar gölge yaratıklardır. Böyle gelip insanların en sevdiği eşyalara musallat olurlar. Aramızda kalsın, görenlerden acık altına kaçıranlar, dişleri zangır zangır titreyenler bile olmuş.
— Aman Allah’ım! Peki biz bunlardan kendimizi nasıl koruyacağız?
— Şimdi beni iyi dinleyin kızanlar. Bu Tarangogular; kurtayağı, sürüsalkım, çetmi dikenini iiiç sevmezler. Bunlardan toplayıp odalarınızın bir köşesine yerleştireceksiniz. Ama tam onbeş gün taze taze koymanız gerekiyor. Bu günlerde gelmezlerse daha da gelmezler. Ammaa, dağa yanlız çıkamazsınız. Çoban Üseyin'den yardım istemeyi unutmayın sakın.

O gecenin sabahına üç kızan düştü yollara. Mahi, Çakaloz ve bizim Asan. Mahi ayağına ot takılsa oplayıp zıpladı. Çakaloz bulduğu yabani böğürtlenleri, dağ çileklerini hiç kaçırmadı. Bizim Asan ise en öndeydi ama onlara bakmaktan boynu koptu. “Adi çabuk olun!” demekten dili aşındı. Çoban Üseyin’in köpeği bizimkilere ara ara musallat olsa da şükür sonunda kabullendi. Tam onbeş gün böyle geçti. İlk günler yavrucaklar çok zorlandı tabii. Kasabadan sonra dağ avası onları çarptı. Irkalarını götürmeden edemediler. Ama yeni yeni bitkiler öğrenmek, ağaçların tepesine çıkmak, Ak derede oynamak pek oşlarına gitti be ya. Bir gün kızıl keçinin doğumuna bile şahit olmuşlar. Ottan, böcekten korkan Mahi, nerdeyse yavru keçiyi evinde besleyecekti. İkinci hafta da orda burda oynayalım derken yolu şaşırmasınlar mı! Düşmüşler ters yöne. Yürü Allah yürü. İleride küçük, ahşap bir kulübe görmüşler. Çalsak mı kapıyı çalmasak mı darken, kapı gıcırdayarak açılmasın mı! Kalplerinin atışı dağda yankılanmış. Bizimkiler bu esnada birazcık altlarını ıslatmış da olabilir. Kapının arkasından yüzü buruş buruş, beli iki büklüm birisi görünmüş. Meğer bizim masalcı nineymiş. Masalcı nine o en güzel gülümsemesiyle konuşmuş.

“Sefalar getirdiniz,
Sefa geldiniz yavrular.
Bezme revnak verdiniz
Sefa geldiniz yavrular!” deyince çocuklar ne dediğini tam anlamasa da rahat bir nefes almışlar. Masalcı ninenin tahinli çöreklerinden yemişler. Üstüne bir de bizim nine bidon bidon masal turşularının kapağını aralayınca olanlar olmuş. Odaya ne kadar sirke ve sarımsak kokusu varsa yayılmış. Ama bizimkiler masalların tadına doyamamışlar. Er gün üşenmeden masalcı ninenin yanına varmışlar. Turşu kokulu masalları da dilden dile ulaştırmışlar.
On dördüncü gün ben kütüphanedeyken ziyaretime geldiler. Döndüğümde çardakta beni bekliyorlardı. Ama yüzleri epey asıktı.
— Ne oldu be kızanlar? Tarangoguları mı gördünüz yoksa?
— He he gördük dede!
Masal bidonlarının yanındaki eski sandık kızanların dikkatini çekmiş. Ninemiz de açmış, göstermiş. İçinde tam yetmiş bir buçuk yıllık bir peçete koleksiyonunu görünce gözleri fal taşı gibi açılmış. Çakaloz burnunu silmek için peçetelerden birini isteyince masalcı ninenin iiç görmediği bakışlarına muhatap olmuşlar. “Şakaydı canım,” deyip, durumu kurtarmışlar. Neyse, bizim akıllı Asan, “Aynı sandıktan dedemin de var. Adi gidip bakalım.” deyince koşup gelmişler. Benim kütüphaneden gelmemi beklemeden girip sandığı açmasınlar mıı! Hepsi donmuş kalmış.

— Aşk olsun dede! Tabletlerimizi sen almışsın ya!
— Rahmi Amca hiç beklemezdik senden.
— Ah yavrularım, kızancıklarım. Kızmakta aklısınız. Ama sizi başka türlü dağa, bayıra gönderemeyecektim. İnşallah affedersiniz beni.
Sonra bir anda kahkahalarla gülmeye başladılar. Meğer onlar da beni kekliyorlarmış.
— Tonton Rahmi amcamız. Kızar mıyız biz sana? İyi ki de almışsın. Çok eğlendik.
O günden sonra kızanlar her ne kadar tabletleriyle vakit geçirseler de doğanın güzelliklerinden, keçilerin seslerinden ve masalların lezzetinden pardon kokusundan vazgeçemediler.
Biz erdik muradımıza sizler çıkın kerevetine.