top of page

Karanlığı Yutan Alevler

  • Yazarın fotoğrafı: Serap Doygun
    Serap Doygun
  • 4 Ara 2024
  • 3 dakikada okunur

Güncelleme tarihi: 6 Ara 2024

Yazar: Serap Doygun

Editör: Gamze Güneş

Çizer: Habibe Başbuğa

ree

Size mutlu sonla biten bir hikâye anlatmamı bekliyorsanız yanlış yerdesiniz. Ne yazık ki benim hikâyem mutlu sonla bitmiyor. O gece hayatınız boyunca görebileceğiniz en kara bulutlar kaplamıştı gökyüzünü. Bu öyle bir karaydı ki elinize devasa pastel boyalar alıp tek bir nokta bile kalmamacasına gökyüzünü boyasanız yine de böyle bir renk elde edemezdiniz. Ayrıntılar beni boğmaz derseniz tam tarih de verebilirim: 30 Mart 1773.

-Miyavvv! Bu kadar kasavetli bir giriş yapmak zorunda mıydın?

-Yalnızca dürüst olmaya çalışıyordum. Sen kasavet ne demek biliyor musun ki?

-Elbette. Türk Dil Kurumu kasaveti sıkıntı olarak tanımlıyor.

-Sözlük okuyan gri bir kedi ha! Bence gidip kalorifer peteğinin üzerinde kıvrılabilirsin.

-Peh! Atalarımızdan bazıları soba kenarında uyuklamış diye hepimizi sıcağa zaafı olan canlılar olarak tanıtmayın rica ederim. Üstelik kombi kapalıyken.

-Haklı olabilirsin. O zaman anlatmaya sabahtan başlayayım ne dersin? Gün, gece kadar kasavetli değildir ne de olsa.

-Miyavvv! Anlat, dinliyorum.

Ali oradan oraya atom karınca gibi koşardı. Bir bakmışsınız mektepte, bir bakmışsınız camide, sonra gelmiş Hatip Hoca’nın dizlerinin dibinde. O sabah da her zamanki gibi mektebe gitmişti. Dönüşte defterini sofaya fırlattığı gibi annesinin istediklerini almak üzere pazarın yolunu tuttu. Alışverişi çarçabuk yaptı. Sevdiği işlere daha fazla vakit ayırabilmek için sevmediği işleri hızlıca yapmayı öğrenmişti. Pazardan aldıklarını eve bırakınca Şekerciler Sokağı’nın hemen arkasındaki Boyacılar Hanı’nın yolunu tuttu. Ustasının dün akşam almasını tembihlediği malzemeleri alıp doğruca Hocapaşa’ya gitmeliydi.

İkindi ezanı okunuyorken Hatip Mehmed Efendi’nin evine varmıştı. Boynunda her daim asılı duran ve gömleğinin altında muhafaza ettiği ipi çıkarıp ucundaki anahtarla kapıyı açtı. Mehmed Efendi tam otuz yıldır Ayasofya Camii hatipliği görevini yürütüyordu. Çoğu zaman camide olduğundan Ali’ye de bir anahtar vermişti. Aslında evde olsa bile kapıyı açması uzun sürüyordu. Siz de doksan üç yaşınıza geldiğinizde merdiven inip çıkmanın o kadar da kolay olmadığını göreceksiniz.

-Ben o yaşa geldiğimde kuyruğumu sallamaya bile üşenirim miyavvv!

-Bir kedinin o kadar uzun yaşayabileceğini sanmıyorum.

-Senin bildiğin kedilerden olmadığımı doksan üçüncü doğum günü pastamı yerken anlarsın.

-Öyle diyorsan.

-Çikolatalı olsun lütfen miyavvv!

-Anlamadım?

-Pastam. Çikolatalı olsun.

- Ah, tabii ki!

Ali bir çabukta üst kata çıktı. Aldığı malzemeleri yerleştirdi. Etrafı toparlayıp mutfağa indi. Hatip Mehmed Efendi eski ahşap kapının kilidinde anahtarını döndürdüğünde çırağı elinde her zamanki gibi bir fincan kahve ile hocasını bekliyordu. Sonra birlikte iç içe damlattıkları boyalara atkuyruğu kılı ile çeşitli şekiller verip hatip ebrusunun en muazzam örneklerini ortaya çıkarttıkları uzun saatler geçirdiler. Karanlık gece şehrin üstünü yumuşacık bir battaniye gibi örttüğünde Ali, hocasına veda edip evin yolunu tuttu. Kendini yumuşacık döşeğine bıraktığında yorgunluktan bitap düşmüştü. Yine de hocasının mucidi olduğu hatip ebrusunu en ufak inceliğine kadar öğrenmek için can atıyordu. Yarın yapacağı yeni ebruların hayalini kurarak tatlı bir uykuya daldı.

Bundan sonra olanlardan Ali’nin haberi yok ama ben biliyorum. Hatip Mehmed Efendi sessizliğe sarılmış karanlık geceye ve ilerlemiş yaşına aldırmadan biraz daha çalışmak istedi. Ebru sanatına figürü sokan ilk sanatçı olmak, kendi adıyla anılan bir yöntem icat etmiş olmak, sekiz padişah gördüğü yaşamı boyunca eserlerinin kitap ciltlerini süslemiş olması… Tüm bunların onun için ehemmiyeti yoktu. Onun umursadığı tek şey vardı: ebru yapmak, daha çok ebru yapmak, sonsuza kadar ebru yapmak. Öyle de oldu. Uykuya yenik düşen yaşlı ve yorgun vücudu bir anlığına sendeledi. O sendeleyince mum devrildi. Mum devrilince nasıl olduğunu bile anlamadan odada bulunan yığınla kâğıt tutuştu. Karanlık geceyi, eski ahşap evi ve hatip ebrularını büyük bir iştahla yutmak için kocaman ağzını açmış alevler kapladı. Hatip Mehmed Efendi’nin gözleri dehşetle açıldı. Önce eline geçirdiği örtülerle alevlere müdahale etmeye çalıştı. Bununla başa çıkamayacağını anlayınca ömrünü harcadığı ebrularını kucaklayıp kaçmak istedi. Yangına müdahale için gelen tulumbacılar uzun uğraşlar sonucu alevleri söndürdüğünde Hatip Mehmed Efendi’nin ebrularıyla kucaklaşmış bir şekilde hayata gözlerini yumduğunu gördüler.

Sabahı büyük bir heyecanla karşılayan Ali’nin, hocasının evine gittiğinde yaşadığı o şaşkınlık, o hayal kırıklığı, o derin üzüntü başka hikâyenin konusu.

-Hımmppfff… Hımmppfff…

-Ağlıyor musun?

-Bu kasavetli öyküyü gülelim diye anlatmadın herhâlde.

-Ne bileyim, aklıma geldi birden. Böyle ağlayacağını bilseydim…

-Ne yapardın?

-Fıkra falan anlatırdım.

-Anlat, dinliyorum. Hımmppfff…

 
 

©2023, Recep Bilal Aksu tarafından kurulmuştur.

  • Instagram
bottom of page