top of page

HÜLBÜKTEN SÜZÜLEN AK SAKALLI DEDE

  • Yazarın fotoğrafı: Elif Hilal Demirkıran
    Elif Hilal Demirkıran
  • 25 Nis 2024
  • 4 dakikada okunur

Güncelleme tarihi: 27 Nis 2024

Yazar: Elif Hilâl Demirkıran

Editör: Elif Özdemir

Şef Editör: Behice Kavak


ree

Saksağanlar Köyü’nün aşağı mahallesinin Isırgan Sokağı’ndan daha kafanızı uzatmadan kulaklarınıza kürek gibi çarpan çığırışları duyduğunuzda, kendinizi çarpılmış gibi hissedebilirsiniz. Sakın korkup geri dönmeyin! O yılan gibi incecik sokaktan, eğer göbeğiniz varsa, onu kuvvetli bir nefesle içinize çekip yüz adım yürüyün. Doksan dokuzuncu adımınızı attığınızda, göbeğinizi rahat bırakıp yüzüncü adımla sol tarafa dönün. Karşınıza bahçesi meyve ağaçları ile dolu, iki katlı taş bir ev çıkacak. Eve doğru yürürken işaret parmaklarınızı kulaklarınıza tıkaç yapmayı unutmayın. Çünkü çığırışları buradan geliyor.

- Seni gidi ağu kurdu, yine mi kemirdin onları?

- Eyvah yakalandık. Dur babaanne ya! İki büklüm hâlinle koşma bari. Kesin sana çektim ben.

- Bak şu eşek sıpasına, bir de bana laf yetiştiriyor. Yakalarsam seni, yapacağımı biliyorum. Onları kışın yiyeceğiz, diye kaç kez söyledim.

Kurutmak için serdiği kirazları aldığımı görünce babaannemin sinirleri tavan yaptı. Neyse ki ucuz atlattım. Ağaca da çıkacak değil ya!

Bizim evde bu koşuşturma, söylenme hiç bitmez. Herkes çok hareketli olmamdan yakınıyor. Yani anlayacağınız kaç sokak öteden duyulan bu çığırışların kahramanı benim. Adım: Sürat. İsmimi böyle koyarlarsa, elbette sonuçlarına katlanacaklar. Ne yapayım bacaklarıma söz geçiremiyorum. Sabit durmaktan keyif almıyorlar. Gerçi annem, çenemin de ayaklarımdan aşağı kalır yanı olmadığını sık sık vurguluyor. Bir de “Kaşlarımı sana çatmaktan, bu yaşta iki kaşım arasında derin çizgilere sahip oldum,” deyip, kırışıklarının da faturasını bana kesiyor. Bu söylenenlere bazen gülüp geçsem de içimde bir yerlerde kırıklar oluştuğunu hissediyorum. Keşke herkes bu kadar agresif olmasa!

Evimizin arka tarafında dedemin ambarı var. Alt kısmı kerpiçten yapılmış ahşap bir yapı.  Babaannem, evimizden ambara giden patika yolun kenarlarını çiçeklerle donatmış. Ne ararsanız var. Begonviller, sardunyalar, nergisler… O yoldan geçerken derin bir nefes aldığınızda başınız semazen olur. Ruhunuz ise neyzen. Kanatlanıp uçacağınızı zannederken kendinizi ambarın kapısının önünde buluverirsiniz. Dedem saman balyalarını ve buğdayların bir kısmını işte burada muhafaza ediyor. Bazen arkadaşlarla gizlice girip oyun oynuyoruz. Yani oynuyorduk. Ta ki dedemin gök gürültüsü sesi, yıldırım olup kalbimize düşünceye dek. Arkadaşlarım artık gelmez oldu. Geçen gün kendim buradaydım. Çok esrarengiz şeyler yaşadım. Kapının sağ tarafına dizilmiş, balyaların arkasına sıkışıp kalmış hasır bir küfe dikkatimi çekti. Zar zor bulunduğu yerden çıkarıp kalın iplerle bağlanmış kapağını açtım. İçindeki çer çöpü ayıklarken elim jöle gibi vıcık vıcık bir şeye giriverdi. Elimi o sümüksü yapının içinden nasıl çektiğimi bilemedim. İğrençti. Hemen yanımdaki uzun sopayı devreye soktum. Karıştırırken küfenin dibinde sert bir şeye çarptı. Sanki kimse bulmasın diye özenle saklanmış bir şey. Daha da meraklandım. O iğrenç şeyin içerisine çıplak elimi tekrar sokamayacağımdan kendimi hızla bahçeye attım. İncir ağacını gözüme kestirdim. Yapraklarından üç beş tane koparıp, onlarla küfedeki sert şeyi tutup çıkardım. Çıka çıka içinden bakır bir ıhlamur çaydanlığı çıktı. Ne kadar hayallerim suya düşse de küfenin içinde bulduğum eski püskü patiska bir kumaşla iyice temizledim. Kumaşı sürttükçe çaydanlık parlayıp aydınlandı ve hülbüğünden ak sakallı bir dede çıktı! Evet evet, yanlış duymadınız, ak sakallı bir dede! Dedenin başında uzun bir sarık, altında geniş bir şalvar vardı. Sakalı göbeğine kadar uzanıyordu. O an allak bullak oldum. Kalbimin atışı kesinlikle Isırgan Sokak’tan duyulmuştur. Zangır zangır titredim. Karnımdan ayak baş parmaklarımın ucuna kadar sıcak sular yürüdü. Dede, benim bu hâlimi görünce seslendi.

“Dur evlat dur, korkma! Benden zarar gelmez sana. Ben ne inim ne pirim, ak sakallı bir dedeyim. Buraya nasıl girdiğimi, bilir sadece güzel Rabbim. Var mı benden bir isteğin?” Bu soru karşısında derin derin nefes aldım. Biraz sakinleşip, nabzım normale dönünce ak sakallı dede, ondan “iki istekte bulunabileceğimi” söyledi. O gün hiç konuşmayıp gece boyunca düşündüm. Sabah ilk işim yanına gitmek oldu. Evden apar topar ayrıldım. Yine patiska kumaşı çaydanlığa iyice sürttüm. Hülbüğünden süzülerek çıktı. Öff çıkarken de etrafa öyle bir koku salıyor ki, hiç sormayın. Sanırsınız içinde ıhlamur yerine ceset çiçeği kaynatmışlar. Neyse, dededen ailemdeki herkesi öfkelenmeyen insanlar hâline getirmesini istedim. Dede bunun doğru bir istek olmadığını söylese de ben ısrar ettim. Nasıl yaptı bilmiyorum ama gerçekten evdekiler pamuk gibi oldu. Artık hayat bana güzeldi. Ta ki evimize hırsızlar girene kadar!

Pikniğe gittiğimiz bir gün hırsızlar evi talan etmiş. Döndüğümüzde öfkeden deliye döndüm. Ama bizimkiler polisi bile aramadı. Biraz “Ah, vah!” deyip sanki bir şey olmamış gibi hayatlarına devam etti. O günden sonra işler daha da kötüye gitmeye başladı. Dedem tüccarlardan hakkı olan parayı alamıyor, ürünler neredeyse bedavaya gidiyordu. Küçük kardeşim, okulda arkadaşlarından dayak yiyip yiyip geliyor, kendisini koruyamıyordu. Babamın, “Akşam sofrasında herkes bir arada olacak!” gibi kuralları kalmadığı için, evdeki düzen de aldı başını gitti. Tek başıma yediğim yemeklerin de tadı tuzu kalmadı. Bu öfkesizlik hâlinden kediler bile nasiplendi. Bunu fırsat bilen fareler ambarın altını üstüne getirdi. Babaannemin kuruttuğu meyveler, kışa kalmadan çoluk çocuk tarafından bitirildi. Annemi hiç sormayın. Haksızlığa tahammül edemeyen, kendini net bir şekilde ifade eden o kadın, konu komşunun sözlerine kırılıp, ağzını açıp da cevap veremeyen birisi oldu. Tabii bunun sonucunda, bol bol tuzlu göz yaşı ve çeşme gibi akan burun da bonus olarak yanımıza kâr kaldı. Annemi her gün teselli etmekten içim şişti. Dededen bunu düzeltmesini istesem de otuz üç gün geçmeden düzeltemeyeceğini, söylüyordu.

Sonun da otuz üç gün tamamladı. Dede, bu durumu düzeltti. İkinci istek hakkımı da bu şekilde kullanmış oldum.  Ve anladım ki, önemli olan öfkenin ortadan kaldırılması değil, onu dengeli bir şekilde kullanabilmekmiş. Bu duygu gidince cesaret, hakkını aramak, kendini zarardan korumak gibi güzel özelliklerimizi de gidiyormuş.  Bu gerçekten çok korkunç!

Olaydan bir hafta sonra öfke hakkında rehber öğretmenimizle konuştum. Hafta sonları ailelere yönelik öfke yönetimi atölyesi düzenledi. Yoğun ısrar ve yalvarmalarıma dayanamayan babaannem bile bu atölyeye katıldı. İki ayın sonunda her şey gerçekten muhteşemdi. Aman canım öfke sakın bir yerlere gitme!

 
 

©2023, Recep Bilal Aksu tarafından kurulmuştur.

  • Instagram
bottom of page