HAYLAZLIKTAN YAZARLIĞA UZANAN YOL
- Ümmiye K. Dikmen
- 17 Kas 2023
- 5 dakikada okunur
Güncelleme tarihi: 5 Ara 2023
Yazar: Ümmiye K. Dikmen
Editör: Hava Kantar Yıldırım
Şef Editör: Behice Kavak

RÖPORTAJ TARİHİ: MAYIS 1943
YER: NATAL / BREZİLYA
RÖPORTAJ YAPILAN KİŞİ: YAZAR JOSE MAURO DE VASCONCELOS (Şeker Portakalı kitabının yazarı. Kitap basılmadan önce.)
Bu anı çok bekledim. Babamın hayatında önemli yere sahip olan Jose Mauro’ya ulaşmam elbet kolay olmadı. Onunla ilgili elimde babamdan geriye kalan küçük notların haricinde hiçbir bilgi yoktu. Oturduğu semti, kaç kardeş olduklarını ve çok fakir olduklarını biliyordum. Altı yaşında olmasına rağmen dâhice fikirleri ile babamı etkisi altına almış bu çocuk nasıl bir yetişkin olmuştu acaba? Her şey, bir yıl önce babamın evi satıldıktan sonra eşyaları boşaltırken Jose Mauro ile ilgili yazmış olduğu notlara rastlamam ile başladı. Babamın bir keresinde bizi ziyaretinde takma adı Zeze olan bu ufak çocuktan bahsettiğini hatırlıyorum. Lakin bulduğum parça pinçik notlar bu çocukla ilgili merakımı fazlası ile perçinledi. İşte o gün Jose Mauro’yu araştırmaya başladım. Geçen sene Yaban Muzu adlı bir kitap çıkarmış olması ona ulaşmamı kolaylaştırdı. Telefon ettim. Görüşme talebinde bulundum. Başta çok yoğun olduğu için reddetti. Babamın adını söyleyince koca bir sessizliğin ardından buruk bir sesle, “Ne zaman isterseniz görüşebiliriz,” dedi. İşte o görüşmemizin kaydı:
— Öncelikle sizinle görüşmemi kabul ettiğiniz için çok teşekkür ederim.
— Rica ederim. Babanız benim için çok değerliydi.
— Yaşınız çok küçük olmasına rağmen babamı hatırlıyorsunuz.
— Hem de her anımızı. Bana hissettirdikleri, unutulmayacak derinliğe sahip duygulardı.
— İlk baştan başlayalım. Babamla tanışmanız nasıl oldu?
— Hiç iyi bir karşılaşma değildi. Telefonda bahsettiğiniz o notlara yazmış mı bilmiyorum ama tanıştığımız ilk günün vicdan azabını uzun süre çekmiş olabileceğine eminim. Babanızın lüks arabası sık sık bizim mahallenin oradaki bakkalın önünden geçerdi. Ben de her gün onu gözetlerdim. Haylaz, yaramaz bir çocuktum. Bunu okuduğunuz notlardan anlamışsınızdır zaten. O lüks arabanın arkasına asılıp rüzgârda savrulmanın hayalini kuruyordum hep. Plan yapmıştım. Ve bir gün bu hayalimi gerçekleştirdim. Arabanın üstünde yerden elli santim yükseklikte asılı kalmıştım. Planımda bir yanlışlık olmuştu. Heyecandan motorun çalışıp çalışmadığına kulak vermeyi unutmuşum. Babana lakap olarak Portekizli diyordum. Portekizli beni görmüştü. Gözlerinde şimşekler çakıyordu. “Seni haylaz seni!” diye haykırdı. Kulağımı çekti. “Her gün arabamı gözetlediğini fark etmediğimi mi sanıyorsun, haylaz? Sana öyle bir ders vereyim ki bir daha aynı şeyi yapma isteği duymayasın!” dedi. Küçük düşmek çektiğim acıdan daha çok üzmüştü beni. İçimden ağız dolusu sövmek geliyordu. Çünkü en iyi yaptığım şey sövmekti. Sanki içimi okurcasına, “Hadi sövsene neden sövmüyorsun, yumurcak!” diye alay ediyordu karşımda. “Şimdi hiçbir şey söylemiyorum ama büyüdüğümde size göstereceğim bayım!” deyiverdim. Bir kahkaha patlattı. “İyi ya büyü öyleyse, yaramaz. Seni bekliyorum.” dedikten sonra beni epey hırpaladı. İşte ilk karşılaşmamız böyle oldu.
— Çok enteresan bir karşılaşma olmuş gerçekten. O günden sonra bir daha ne zaman karşılaştınız?
— Yediğim o azar ve dayaktan sonra Portekizliyle karşılaşmamak için yolumu ve evden çıkış saatimi değiştiriyordum. Çok kızgındım ona. Minguinho’ya bile söylemiştim. İntikamımı alacaktım.
— Çok pardon araya giriyorum ama Minguinho kim?
— Taşındığımız yeni evin bahçesindeki minik portakal ağacım. Çocukluğumda onunla konuşurdum. Yani onun da benimle konuştuğunu sanıyordum. Hahaha!
— Kaldığımız yerden devam edelim isterseniz.
— Evet, nerede kalmıştık. Babanızdan köşe bucak kaçıyordum. Ve intikam ateşi içimde git gide büyüyordu. Büyüyünce intikamımı mutlaka alacaktım.
Bir gün yine yaramazlık yapmış kaçarken ayağıma cam parçaları batmıştı. Zar zor cam parçalarını ayağımdan çıkarmıştım. Bunun üstüne evdekilerden dayak yiyeceğim kesindi. Gloria hariç. O benim en merhametli ablamdır. Bana hiç kıyamazdı. Ayağımı sargı bezi ile sardı. Gizli gizli okula gidebilmem için kırk takla attı. Başarmıştık. Gizlice evden sargılı ayakla çıkmıştım. Yolda yürürken korna tam üç kez çaldı. Babanızdı. Neredeyse beni duvara yapıştırarak yolun kıyısında önümü kesecek biçimde durdu. Kapıyı açıp indi. “Çok mu acıyor, haylaz?” dedi.
— O anda ne hissettiniz?
— Beni döven birisinin böylesine tatlı, dostane bir sesle konuşmasına şaşırmıştım doğrusu.
— Sonra ne oldu?
— Ne olduğunu sordu. Olanları anlattım. “Yaran derin mi?” dedi. Derinliğini parmağımla gösterince, “Neden evde kalmadın o zaman?” diye sordu. “Evde kimse bilmiyor. Anlasalar bir daha yapmamam için yine döverler beni.” dedim. Daha sonra ne desem ikna edemedim. Beni arabasına bindirdi. Ben iyileşene kadar arabası ile götürüp getirdi. Sonra bir gün evine davet etti. Sohbetimiz git gide koyulaşmış, düşmanlığımız dostluğa dönüşmüştü. Okuldan beni alınca keyifli vakit geçiriyor sohbetler ediyorduk. Bir keresinde beni balık tutmaya bile götürmüştü. Hiç kızmadan sabırla balık tutmayı öğretmişti. Ne çok gülmüştük o gün hiç unutmam.
— Evdekiler fark etmiyor muydu yokluğunuzu?
— Pek değil. Annem babam çok çalışıyor eve gelince de yorgunluktan bitkin düşüyorlardı. O kadar çok çocuğun arasında fark edilmek de zordu tabii. Yeter ki benimle ilgili şikâyet gelmesin tek temennileri buydu bence. Akıllarına gelsem bile hangi haylazlık peşinde kim bilir diye düşündüklerine eminim.
— Babamın hayatınıza dokunduğunu söylemiştiniz. Babam bunu nasıl başardı?
— Benim bir birey olduğumu hissettirerek. Beni severek, bana değer vererek yaptı bunu. Ben onun bana karşı davranışları ile var olduğumu anladım. Önceleri kendimi işe yaramaz, başını sürekli belaya sokan biri gibi hissediyordum. Oysaki sevimli, zeki bir çocukmuşum.
— Babamla olan dostluğunuz hayatınızda neleri değiştirdi?
— Kendimle olan kavgam bitmişti. İlgi çekmek için yaptığım yaramazlıklarım da zamanla azaldı. En önemlisi de asla vazgeçemem dediğim küfürlerim Portuga sayesinde bitmişti. Kısaca hayatım dönüştü. İçimdeki sevgi ve merhamet tohumları babanızın eseridir. Ailemde bunları öğrenmem mümkün değildi maalesef. Babanızın gerçek babam olmasını ne çok istemiştim.
— Bunları duymak ne kadar güzel. Çok duygulandım.
— Onu tanıdığım için çok şanslıyım.
— Gelelim yazarlık yolculuğunuza. Bu serüven nasıl başladı?
— Babanızı yani Portuga’mı kaybettikten sonra yeni yeni yeşeren dünyam altüst olmuştu. Üzüntümden yataklara düştüm. Hiçbir şey yiyemiyor günden güne eriyordum resmen. Evdekiler içimde neler hissettiğimi bilmiyordu. Açlık ve sefalet hasta etti sanıyorlardı. Portuga’sız nasıl yaşanacağını bilmiyordum. Sonra çok enteresan bir şey oldu. Herkes bana iyi davranmaya başladı. Tüm haylazlıklarımı özleyen mahalleli bile beni ziyarete gelmişti. Evde herkes başımda iyileşmem için dua ediyordu. İçim kıpır kıpır olmaya başlamıştı. Bu güzel duyguyu ilk kez, babanız yani benim Portuga’m ile yaşamıştım. Bu kıpırtıyla beraber günden güne iyileşmeye başladım. Gloria, elime canım sıkıldıkça resim yapmam ya da yazmam için kâğıt, kalem vermişti. Ben içimden gelen büyük bir arzuyla yazmayı seçmiştim. Aklıma gelen her şeyi yazmaya başladım. Yaşadıklarımı, kurgularımı, hayali arkadaşlarımı, hayallerimi… Yazdıkça daha da iyileşiyordum sanki. Yüzümde gülücükler açmaya, acım giderek hafiflemeye başladı. O günden sonra yazdığım tüm notları Portuga’nın bana verdiği amber kokulu kutuda biriktirdim. Hayatımın sonraki aşamaları, yazmam için besleneceğim çeşitli anıları da sununca vazgeçilmezim olmuştu yazmak.
— Geçen sene bir kitabınız çıktı ve büyük bir beğeni topladı. Tebrik ediyorum. Okuru bol olsun.
— Çok teşekkür ederim.
— Yazmaya devam edecek misiniz?
— Kesinlikle. Yazmak benim için en etkili terapi.
— En büyük hayaliniz nedir?
— Sevginin iyileştiremeyeceği şey yok. Ben bunu çok küçük yaşımda babanız Portuga’m ile deneyimledim. İleri de arkamda bu fikrimin yayılmasını sağlayacak keyifle okunacak bir esere imza atmak en büyük hayalim.
— Çok kısa sürede gerçekleşeceğine yürekten inanıyorum. Şimdiden başarılar dilerim.