GECELER GÜNDÜZ OLSA
- Samiye Yaman
- 16 Kas 2023
- 4 dakikada okunur
Güncelleme tarihi: 5 Ara 2023
Yazar: Samiye Yaman
Editör: Derya Özgenç
Şef Editör: Behice Kavak

Bizim evin kuralı 1: Hava kararınca eve gel Mert!
Bizim evin kuralı 2: Gün batımında evde ol Mert!
Bizim evin kuralı 3: Akşam sofrasında hazır bulun Mert!Evimizin tüm kuralları güneş ışığına göre ayarlı. Işık gidince eve çağrı zili çalmış gibidir. Havaya atılan topu, seken taşı, saklanan arkadaşları bırakarak eve koşmak zorundasındır. Yoksa ertesi gün gündüz oynamalarından da mahrum kalabilirsin. Bu asla istemediğin bir şey olur.
Bir gün, arkadaşlarımla futbol kartlarımızı getirdik. En ünlü futbolcuları sayıyoruz. O da ne? Benim Pele kartım yok. Olamaz! Yok! Arıyoruz hem de her yeri, her taşın altını, her yaprağın üstünü. Ama yok! Parlak güneş önce sarı ışıklar saçıyordu, biz kartımı arıyorduk, sonra kızıllaştı bu, günün sonuna yaklaştığımızı haber veriyordu ama kartlar hâlâ yoktu. Hava karardı ve biz kartları hiçbir yerde bulamadık. Ben de arkadaşlarım da hâliyle evimize geç kalmıştık. Bu demek oluyordu ki yarın bana sokağa çıkma yasağı gelecek ve biz görüşemeyecektik.
Tahminlerimiz doğru çıktı eve gidince geç kalmış olduğum için yasak aldım. O gece odamda üzüntülüydüm. Hem de iki şeye. Birincisi Pele kartımın kaybolmasına, ikincisi sokağa çıkma yasağı konmasına. Yatağıma yattım ve uzun uzun düşündüm. Ceza almamın sebebi gün batımından sonra eve gelmemdi. Çünkü gün batınca hava kararır ve karanlıkta oynamak hiç hoş olmazmış. Dışarıda oynamayı ve arkadaşlarımı çok seviyordum. Havanın kararması buna engelse şayet, tek çözüm gün batımını engellemek olmalı diye düşündüm ve planlarımı bir bir defterime yazarken uyuyakaldım.
Ertesi gün ben çıkamadığım için arkadaşlarım beni ziyarete gelmişti. Annemin mutfağa gitmesini fırsat bilerek onlara planlarımı anlattım.
Mert’in Plan DefteriSorun: Havanın kararmasının oyunlarımızı yarıda kesmesi, eve geç gittiğimde ceza verilmesi.Çözüm: Havanın kararmasını engellemek için Güneş’in batışını durdurmak.Şayet Güneş’e bu isteğimizi iletirsek bizi reddedemez diye düşündüm.
Ona bu isteğimizi iletmenin planlarını da yaptım.
Plan 1: Dilekçemizi balonlara bağlayıp havaya salmak.
Plan 2: Hoparlör ile Güneş’e anonsta bulunmak.
Plan 3: Sihirli bir lamba bulmak.Arkadaşlarıma planlarımı okudum. Hemen uygulamak istediler. Birinci planla başladık. “Sevgili Güneş,” ile başlayıp, “Lütfen batma, gereğinin yapılmasını arz ederiz,” diye biten bir dilekçe yazdık. Balonları şişirip gökyüzüne gönderdik. Tam, “Bu iş tamam!” diye düşünmüştük ki birkaç saat sonra gün yavaş yavaş aşağıya indi ve hava karardı, akşam oldu.
Ertesi gün ikinci plana geçtik. Bir hoparlör bulduk. Sesimizin daha kolay ulaşabilmesi için bir tepeye çıktık. Olan gücümüzle bağırdık.
“Sevgili Güneş, mahallenin çocukları olarak senden bir ricamız var. Dışarıda daha fazla oynamak için havanın kararmaması gerek. Lütfen batma, hep orada kal!”
Bizi duyup duymadığını anlayabilmek için tabii ki akşamı beklememiz gerekti. Bekledik, gün yine yavaş yavaş kaydı ve dağların ardından kızıllığını karanlığa bıraktı.
Ertesi gün sonuncu planı uygulamak için arkadaşlarla toplandık. Bu seferki planı uygulamak zordu. Sihirli bir lamba bulmalıydık. Ama nereden ve nasıl bulabilirdik? Kara kara düşünüyorduk. Birden “Buldum!” diye bağırdı Yağız.
“Bizim ahırda ninemin ninesinden kalma bir aynası var. Ninem aynanın sihirli olduğunu ve ondan uzak durmamız gerektiğini söyler. Onu bulmalı ve denemeliyiz bence. Lamba değil ama aynayla da çözebiliriz biz bu işi.” dedi. Aynayı aradık, taradık bulduk. Başına toplandık. Tozlu, kirli yüzeyini bir güzel sildik. Böylece ışıl ışıl parladı. Saçılan ışıklar gözlerimizi kamaştırdı. Parlak ışığındaki saklı sihri sönmeden dileğimizi ilettik. Ağzımızdan çıkan kelimelerin harfleri, aynanın parlak ışığının üstünde döndü döndü döndü ve damdan çıkarak gökyüzüne doğru süzüldü.
Ardından kısılmış gözlerle gökyüzüne doğru baktık. İşte bu sefer başarmıştık.
Oyun oynamaya başladık. Maç yaptık, saklambaç, istop, yerden yüksek oynadık. Futbol kartlarımızı kapıştırdık, bisiklet yarışması yaptık, satranç oynadık. Yani oynamaya mecalimiz kalmayacak kadar oynadık. Birden kendime geldim ve haykırdım. “Arkadaşlar! Başardık!”
Saatlerce oynamamıza rağmen akşam olmamıştı. Güneş sesimizi duydu ve batmamıştı. “Artık hava karardı eve gel.” diye çağıran olmayacak ve hâliyle ceza almayacaktık. İstediğimiz kadar kalabilirdik. Kaldık da. Tüm çocuklar kaldı. Yorulmak nedir, açlık nedir bilmedik. Sabahlara kadar oynadık. Hoş sabah -akşam, gece- gündüz kavramı da kalmamıştı.
İlk zamanlar tam da hayal ettiğimiz gibi geçti. “Hava karardı eve gel!” sesleri yükselmiyordu. Özgürdük, sınırsızdık. İstediğimiz zaman çıkabiliyorduk oynamak için. Kendimizi çok enerjik hissediyorduk. Derken, gel zaman git zaman, mahallede bir karmaşa başladı.
Yağız’ın babası Doktor Ahmet Amca’nın gündüzleri önemli operasyonları gerçekleştirebilmesi için gece uykusunu iyi almış olması gerekiyordu. Ama hava kararmadığı için geceleri uyuyamaz olmuştu. Hastalarını uykusuzluğun verdiği dikkatsizlikten dolayı ameliyat etmez olmuştu. Hastaları kapısına gelip yalvarıyordu.
Yan komşumuz, okuma yazma bilmeyen, hiç mektebe gitmemiş Döngü Teyze, akşam yemeğinden sonra içilecek ilaçlarını hava kararıp da akşam olmadığı için içmemiş, rahatsızlanmıştı.
Gece bekçisi babam ise artık gece olmadığı için gece bekçilerine ihtiyaç kalmadığı gerekçesiyle işten çıkarılmıştı.
Ve biz oyun oynamaya bayılan çocuklar, ilk zamanlar oyun oynamaktan ne açlığımızı bildik ne de susuzluğumuzu. Kilo kaybetmiş, bir deri bir kemik kalmıştık. Son zamanlarda ise devamlı oynamaktan sıkılmıştık. Geceleri ışıkta uyuduğumuz için gündüzleri yorgun uyanmaya başlamıştık. Kendimizi mutsuz, hâlsiz hissediyorduk. Sadece biz değil, tüm mahalle öyle hissediyordu.
Eski günlerimizi özlemiştik. Herkes kolları omuzlarında sarkık, yanakları yer çekimine meydan okuyamamış bir hâlde gezer olmuştu. Bir çare bulmalıydık çünkü güneşe batmamasını biz iletmiştik. Arkadaşlarımla toplandık. Kafa kafaya verdik. Eski düzeni geri getirmek için tekrar güneşe dilekçe göndermeliydik. Bu işi sihirli ayna ile yapmıştık yine onunla düzeltebilirdik. Yağızların ahırında aynayı bulduk. Başına toplandık. Tozlu, kirli yüzeyini bir güzel sildik, yine ışıl ışıl parladı. Saçılan ışıklar yine gözlerimizi kamaştırdı. Parlak ışığındaki saklı sihri sönmeden dileğimizi ilettik. Ağzımızdan çıkan kelimelerin harfleri, aynanın parlak ışığının üstünde döndü döndü döndü ve damdan çıkarak gökyüzüne doğru süzüldü.
Ardından kısılmış gözlerle gökyüzüne doğru baktık. Bu işi çözmeliydik.
O gün, bir ağaç gölgesinde hâlsiz bir şekilde oturuyorduk. Konuşmadan sessizce beklerken ağacın gölgesinin üzerimizden gittiğini fark ettik. Güneş yavaş yavaş dağların ardına doğru gidiyordu. Hep birlikte sıçradık. “Güle güle güneş yarın sabah görüşmek üzere!” diyerek el salladık.