FOTOĞRAF MAKİNESİNİN GÖZÜNDEN BİR KARDEŞLİK HİKAYESİ
- Emine Gümüş

- 17 Ağu 2024
- 3 dakikada okunur
Yazar: Emine Gümüş
Editör: Nur Banu İlerigelen

Bu hikâye Saye adında kocaman kahverengi gözleri olan küçük bir kız çocuğuna ve yıllardır her şeye sessizce tanık olan eski bir fotoğraf makinesine aittir.
Bütün hikâye beş gün önce geldiği dedesinin evinde başlamıştı. Her sene olduğu gibi o sene de okullar tatil olur olmaz soluğu köyde aldılar. Saye bu küçük köyü çok seviyordu. Dedesi, sahilin hemen yanında mavinin ve yeşilin iç içe geçtiği beyaz boyalı, küçük bir evde yaşıyordu. Odasında bulunan geniş pencereden denizin esintisini iliklerine kadar hissedebiliyordu. Her gün uçsuz bucaksız deniz manzarasına bakarak hayallere dalıyordu.
Saye, o akşam odasında oynarken babası ve dedesinin hararetli konuşmasına kulak kabarttı. Kardeşlikten ve yardımlaşmaktan bahsediyorlardı. Onun da bir kardeşi vardı ama sanki bahsettikleri böyle bir kardeşlik değildi. Onların bahsettiği kardeşlikte kim olduğunun, ten renginin ve hangi dili konuştuğunun hiçbir önemi yoktu. Bu konuşulanların ciddi bir mesele olduğu belliydi. Ama nasıl bir kardeşlikti bu? Saye anlayamadı.
Babası, benim milyonlarca kardeşim var, demişti. Bir insanın milyonlarca kardeşi olabilir miydi? Ya da nasıl olabilirdi? Babamın milyonlarca kardeşi varsa benim de milyarlarca kardeşim olmalı, diye düşündü. Düşüncesini bir ses böldü. O sesle kendine geldi.
“Hey ufaklık! Aklındaki soruları cevaplamana yardımcı olabilirim” diyordu bu ses.
Sesin kaynağını bulmak için sağa sola baktı. Yatağının altına, hatta gardırobun üzerine bile baktı. “Beni mi arıyorsun?” diye sordu bu sefer aynı ses. “Masaya yaklaş.”
Saye elleriyle gözlerini ovuşturdu. Evet evet, yanlış duymuyordu. Ses yıllardır masanın üzerinde duran eski bir fotoğraf makinesine aitti. Saye şaşkın şaşkın masanın yanına gitti.
Acaba aradığı cevaplar bu eski makinede olabilir miydi gerçekten? Aklındaki sorulara cevap bulabilir miydi? Kenarları tozlanan makineyi eline aldı ve tozlarını bir güzel sildi. Gözlerini heyecan ve korkuyla makinenin merceğine dayadı ve hoopp farklı bir mekâna ışınlandı. Saye’nin âdeta nutku tutulmuştu.
Şimdi seneleeer seneler öncesine gitmişti. Dar bir sokakta, yemyeşil hurma ağaçlarının gölgesinde, yalın ayak koşturan çocukların arasındaydı.
“Bir insanın nasıl milyonlarca kardeşi olabilir, diye merak ediyordun” dedi odasında duyduğu ses. “Sana kardeşliğin en masum, en saf ve en güzel halini göstereceğim. Yardımlaşmanın kardeşlik duygusunu nasıl beslediğini anlatacağım. Hazır mısın?”
“Yürüdüğün bu dar sokaklar, seneler önce yüzlerce misafiri ağırladı. Birçok insan bütün mal varlıklarını terk edip buraya gelmişti. Daha doğrusu doğup büyüdükleri toprakları, güzel evlerini, biriktirdikleri paralarını, çalıştıkları işlerini bırakmak zorunda kalmışlardı. Buraya geldiklerinde ne kalacakları bir evleri ne de çalışacakları bir işleri vardı. “Muhacir” denirdi bu insanlara. O an anladım ki muhacir demek “terk ettiklerinde gözü olmayan” demekti. Ama burada yaşayan güzel yürekli insanlar muhacirleri hiç yalnız bırakmadı. Her şeylerini paylaştılar. Evlerini, bahçelerini, paralarını, işlerini… Bu insanlara da “ensar” denirdi. O an anladım ki ensar demek “verdiklerinde gözü kalmayan” demekti. Kardeşlik, zor durumda olanlara evini açmak, sofranda olanı hiç düşünmeden paylaşmak demekti.
Bak! Şu ileride kocaman bir hurma bahçesi var, görüyor musun? Anlatacağım olay o hurma bahçesinde yaşandı. Ensardan bir grup kişi o gün bu bahçedeki hurmaları topladı. Topladıkları hurmaları da iki parçaya ayırdı. Bir çuvala çok, diğer çuvala az hurma koydular. Az olan çuvala hurma dallarını koyarak çok görünmesini sağladılar. Görünce önce şaşırdım. Niye böyle yapıyorlar, diye düşündüm. Muhtemelen sen de benim gibi düşünüyorsun ama dinlemeye devam et. Orada olanlara sessizce tanıklık ettim. Medineli insanlar hurma toplama işi bittikten sonra muhacir kardeşlerine “Buyurun hangisini isterseniz alın” dediler. Muhacirler fazla çuvalın Ensar’a kalması için daha az görünen çuvalı seçtiler. Böylece büyük olan muhacirlere verilmiş oldu. Meğer Medineliler muhacir kardeşlerinin azı isteyeceklerini, kendilerine ise çok olanı bırakacaklarını biliyormuş. Kardeşlik fedakârlık demekti, geniş yürekli olmak demekti. Tıpkı Ensar ve Muhacir gibi.”
Bu yolculukla Saye, aradığı sorulara cevap bulmuştu. Küçük bir fotoğraf karesi ona yardımcı olmuştu. Hurma bahçesinde yaşanan bu olay, ona dedesinin ve babasının bahsettiği kardeşliği öğretmişti. Demek ki kardeşlik, bir yapboz gibi birbirini tamamlayan parçaları ifade ediyordu. Kardeşlerine yardım eden insanlar da fırtınalı denizlerde sığınabilecek bir liman gibiydi. Yağmur toprağı nasıl besliyorsa kardeşlik ve yardımlaşma da ruhu öyle besliyordu.
Artık Saye, her gün yardımlaşma ve kardeşliğin anlatıldığı başka başka fotoğraf karelerine gidiyor, başka başka hikâyelerin tanığı oluyordu. Aynı zamanda çevresinde gördüğü kardeşlik ve yardımlaşma ile ilgili kareleri de hemen fotoğraflıyordu. Hatıraların ve duyguların biriktirildiği bir kutu olan fotoğraf makinesine yeni hikayeler ekliyordu.
Sen de bu eski fotoğraf makinesine yeni hikâyeler eklemek istersen çektiğin fotoğrafları bu sayfaya yapıştırabilirsin. Böylece Saye’yi, çekmiş olduğun kardeşlik ve yardımlaşma karelerinin yer aldığı fotoğraflara davet edebilirsin.