top of page

EVİMİZDEKİ KAPLAN TABANCA KARİDESİ

  • Yazarın fotoğrafı: Elif Hilal Demirkıran
    Elif Hilal Demirkıran
  • 13 Haz 2024
  • 3 dakikada okunur

Yazar: Elif Hilal Demirkıran

Editör: Ceren Yurt


ree

Rutubet kokulu kanepenin sırt kısmına kafamı gömüp, zar zor uykuya dalmıştım ki, ritmik ama ürkütücü tak tak sesleriyle bir anda uyandım. Üstelik kulaklarımdan içime doğru süzülen iniltilerin sesi, her tak sesiyle artıyordu. Sonra bir anda sesler kesildi. Derin derin alıp verilen nefesle odamızın kapısı gıcırdayarak açıldı. Kapının aralığından süzülen ışık huzmesinin gözlerime değmesiyle çığlığı bastım.

 " Anneeeee! Zombiler geldi!"

Çenesi göğsüne düşmüş vaziyette sandalyede uyuyakalan canım annem, sesimin şiddetiyle pinpon topu  gibi zıpladı. Gözleri bir anda cadı makilerin gözlerine döndü. Ciğerlerini şişiren nefesi verince ve dudakları kulaklarına doğru uzanınca gelenin zombi olmadığını anladım.

-Ah sen miydin Huri teyze? Buyur, bir isteğin mi var?

-Tuvalete gidecektim. Yanlış gelmişim hemşire kızım, kusura bakma.

- Kusur olur mu? Dur ben sana yardım edeyim.

Az daha Huri teyze yüzünden rezil olacaktım. Bir de kanepeyi yıkamak zorunda kalacaktık. Çingene atının yelesine benzeyen dağınık saçları ve beyaz geceliği ile tam huri olmuş, maşallah!

Burası bir yaşlı bakım merkezi. O gece annemin son nöbetiydi. Artık evimize de bakıma muhtaç birisi geleceğinden çalışmaya ara verdi. Ben de eşyalarını toparlarken bir faydam dokunur diye peşine takıldım.

Sabah sekize kadar eşyalarını kutulara yerleştirdik. Annem eğilip kalkamadığı için onun yerine de o işi ben hallettim. Sırtım neredeyse ikiye ayrıldı. Serzenişlerimi duyan annem, "Abartma Ali!" deyip gözlerini devirip durdu. İnsan bir teşekkür eder değil mi? Zaten gece de uyuyamadım. Evet, kesinlikle o sabah zombi gibi görünen bendim.

Evimiz dört odalı. Yatak odasının yanındaki küçük odayı misafirimiz için hazırladık. Ben de biraz daha büyük olan odaya geçtim. Umarım yaptığım fedakarlığın farkında olur. Tam yedi yıllık odamdan feragat ettim. Neyse, o malum geceden iki gün sonra Ayşe Hanım geldi. Bembeyaz saçları ve açık mavi gözleriyle bana merkezdeki Sultan teyzeyi hatırlattı. İlk bir kaç gün evde ailemden başka birisinin olması hoşuma gitmişti. Ama sonraki günler bakıma muhtaç birisiyle yaşamanın hiçte kolay olmadığını anladım. Altından alınıyor, yemek yiyemiyor ve salyaları sürekli akıyordu. Olur olmaz bağırıp ağlıyordu. Deli gibi bir şey anlayacağınız. Merkezdeki tontonları öp başına koy. Bizdeki hiç onlara benzemiyor. Geçen gece zapt edemeyip, sakinleşmesi için dışarı çıkarmak zorunda kaldılar. Allah'tan ufak tefek bir şey. Ama sesi kaplan tabanca karidesinin sesiyle yarışır. Tüm apartmanı ayağa kaldırıyor. Anneme misafirimizin misafirliğinin ne zaman biteceğini soruyorum. Sadece "Bu günler de geçecek oğlum." diyor. Hem bitkin hem de memnun bir hâli var. Çözemedim bu karmaşayı. Bir de Ayşe Hanım'ın saçlarının beyazlığına takmış durumda. Sürekli onunla ilgili araştırmalar yapıyor. Zaten sonunda herkesin saçları beyazlamayacak mı? Neyin tasası bu! Anlamadım. Hem bence bu renk ona çok yakışıyor. Uyuyunca melek gibi oluyor. Ama sedece uyuyunca!

Babam ise hâlinden memnun gibi. Gündüzleri işte, evdeki hengâmeyi görmüyor. Tabii bir de Ayşe Hanım kendi akrabalarından, gelmesini çok istemişti. Geceleri güzellik uykusunu alamasa da sesini çıkaramıyor. Hele annem kaplana dönüştüğünde kedi gibi oluyor. Ben de farksız sayılmam!

Annemin evde olmadığı bir gün parmak uçlarımla odasına girdim. Gözlükleriyle uyuyakalmıştı. Başının ucundaki kitaba elimi uzatmamla gözlerini üzerime ok gibi çevirmesi bir oldu. Sonra bağırmaya başladı. “Şimdi beni bir tutarsa akşama helvamı kararlar,” diye düşünürken çok şükür babam yetişti. Konuşamadığı için derdini anlamamız zor oluyor. Bu gidişle keçileri kaçıracağımız kesin. Arkasını döndürmemizle, ani gelişen bu operanın nedenini anladık. Meğer bezinden sırtına doğru yükselen güneş, hanımefendiyi rahatsız etmiş. Ayy o an odayı nasıl ekşi bir koku sardı! Kahvaltıda yediğim tereyağlı salçalı ballı ekmek, kaynamaya yüz tutmuş süt gibi midemde kabardı kabardı, kendimi banyoya zor attım. Babam benim ümitsiz vaka olduğumu görünce, Ayşe Hanım'ı tek başına yıkamaya çalışmış. Sanırsınız onu değil de kendisini yıkamış. Bu hadiseden sonra babamın da ilk defa söylendiğini duydum. "Artık kesin gönderirler!" diye düşünüyordum ki, katırlarda olmayan inatla bakmaya devam ettiler. Koskoca bir yıl Ayşe Hanım'ı bir türlü sevip kabul edemedim. Ta ki okuldan geldiğim o güne dek!

O gün en yakın arkadaşımla feci şekilde tartışmıştık. Acayip öfkeliydim. Serviste kendimi zor tuttum. İner inmez düdüklü tencere gibi patladım. Eve çıkana kadar höykürerek ağladım. Anahtarımla sessizce kapıyı açıp, soru yağmuruna tutulmadan odama gitme niyetindeydim ki, Ayşe Hanım'a gözüm ilişti. Odasında, ipek halısının üzerinde tek başına oturuyordu. Beni görünce ayaklarıyla yere vurup ellerini çırpmaya başladı ve hayatımda duyduğum o en güzel kelimeyi söyledi: Abi! O kelime, tepemden taşan lavları annemin ocağı temizlediği sünger gibi emip yuttu. Yanına gittim, açık mavi gözlerine bakıp pamuk saçlarını öptüm.

O günden sonra ona karşı olan duygularım yüz seksen derece değişti. Beraber vakit geçirmekten keyif almaya başladım. Okuldan geldikten sonra sitenin bahçesine indirme görevini üstlendim. Tabii öncesinde annem tam tekmil hazırlıyor. Güneş kremi, güneş gözlüğü ve geniş fötr şapkasıyla tam bir karizma! Dışarıda herkes mirketler gibi durup ona bakıyor. " Aa, neden bu kadar beyaz?" gibi gelen sorulara  “Çünkü o albino bebek, evimizin güvercini." diyerek, gururla cevap veriyorum. İyi ki varsın beyaz güvercin. Abin olmak bana Kafdağı’nı fethetmekten daha güzel geliyor. Biraz abarttım sanki! Olsun o kadarcıkta. Ne de olsa abiliğin coşkusunu yeni tatmaya başladık!

 

 
 

©2023, Recep Bilal Aksu tarafından kurulmuştur.

  • Instagram
bottom of page