DUYGULARIN İKSİRİ
- Ebrar Şahin
- 25 Nis 2024
- 5 dakikada okunur
Yazar: Ebrar Şahin
Editör: Hatice Boyraz
Şef Editör: Behice Kavak

Hayatımın en kötü gününün üzerinden tam iki yıl geçmişti. O gün annemi ve kardeşimi trafik kazasında kaybetmiştik. Dört kişilik bir aile olarak çıktığımız yolculukta artık iki kişiydik. Babam ve ben…
Kazadan bir süre sonra babam şehirden taşınmaya karar verdi. Yeşilköy’e; adı gibi yemyeşil ağaçların, renkli çiçeklerin, cıvıldayan kuşların olduğu harika bir sahil kasabasına taşındık. Burayı seviyordum. Çok huzurlu bir yerdi. Annem ve kardeşime olan özlemimi bir nebze de olsa hafifletmişti. Burada çok yakın iki arkadaşım vardı. Biri Lilyo’ydu. Kendisi, dünyanın en yumuşak ve parlak tüylerine sahip köpeği olabilirdi. Onunla bahçede oyunlar oynamayı ve vakit geçirmeyi çok seviyordum. Bir diğer arkadaşım ise yan bahçedeki evde büyükannesiyle birlikte yaşayan Kadray’dı. Kadray, buraya ilk taşındığımız günden beri bana hep destek olmuştu. Ona güveniyordum. Benim için harika bir dosttu. Büyükanne Hanımeli de tanıdığım en tatlı insanlardan biriydi. Ne zaman Kadray’ın yanına gitsem hemen beni içeri davet ederdi. Yaptığı enfes limonatadan ikram etmeyi de asla ihmal etmezdi. Onun limonatasının ayrı bir tadı vardı. Bunun sırrını sorduğumda bana, “Bak Ayleça, eğer limonatanın içine biraz taze nane biraz da zerdeçal katarsan, hem tadı böyle güzel olur hem de rengi sapsarı olur.“ demişti.
Naneyi biliyordum ama zerdeçalı ilk defa duymuştum. Bitkilere karşı hep özel bir ilgim vardı. Bu yüzden Büyükanne Hanımeli ile oturup bitkiler üzerine sohbet etmeyi çok seviyordum. Bana kocaman bir bitki ansiklopedisi hediye etmişti. Her akşam açıp keyifle okurdum. Günlerim böyle geçiyordu.
Babama gelecek olursak onun için durumlar pek de iç açıcı değildi. Annemi ve kardeşimi ne kadar özlediğini tahmin edebiliyordum ama bunları benimle ya da bir başkasıyla asla paylaşmıyor, her şeyi içinde saklıyordu. Onun için endişeleniyordum. Günlerini genellikle bahçedeki ahşap kulübede geçiriyordu. Orada ne yaptığını çok merak ediyordum ama bir türlü içeri girmeye fırsat bulamamıştım. Bir gün artık orada neler olduğunu öğrenmeye karar vermiştim. Kadray’a gidip kulübeye girmem için bana yardımcı olup olamayacağını sordum. Büyükanne Hanımeli konuşmamıza kulak misafiri olmuş olacak ki bize gizlice kulübeye girmemizin doğru olmayacağını söyledi ama fazla üstelemedi. Sanırım o da merak etmişti.
Havanın kararmasıyla babam kulübeden çıkıp eve girmişti. Biz de Kadrayla elimize fenerlerimizi alıp kulübenin önüne geldik. Lilyo da peşimizden geliyordu. Ona kapının önünde beklemesini tembihleyip yavaşça içeri girdik. Etrafı incelemeye başladık. İçeride ocak, deney tüpleri, bitkiler ve daha birçok şey vardı. Masada cam şişeler duruyordu. Şişeler tıpkı benim gibi Kadray’ın da ilgisini çekmiş olacak ki beni hemen yanına çağırdı. Şişelerin üzerindeki kağıtta “Özlem Giderici İksir“ yazıyordu. Babam içindeki özlem duygusunu bastırabilmek için böyle bir iksir hazırlamıştı. Bu çok garipti. Koşarak kulübeden çıktım. Bahçedeki büyük manolya ağacının altına oturdum. Kadray da hemen arkamdan gelmişti. Ona biraz yalnız kalmak istediğimi söyledim. Beni anlayışla karşıladı ve “Sabah görüşürüz Ayleça.“ diyerek yanımdan ayrıldı. Düşünmeye başladım. Babamın yaptığı şey beni biraz korkutmuştu. Bir duyguyu engellemek ne kadar doğru olabilirdi ki? Kendimi yorgun hissediyordum. Hemen eve geçtim. Odama çıktım. Yatağıma uzanır uzanmaz uyuyakalmıştım.
Ertesi gün Kadray’ın gelişiyle uyandığımda saat öğlen ikiyi geçiyordu. Bana acil söylemesi gereken bir şey olduğundan bahsetti. Her şey için çok geç kalmıştık. Kasabadaki insanlar babamın yaptığı Özlem Giderici İksir’in varlığını öğrenmiş ve almak için sıraya girmişlerdi. Oğlunu askere yollayan Mine Teyze bile bu iksirden almaya gelmişti. Herkes bu iksirin özlem duygusunu bastıracağı için harika olduğunu düşünüyordu. Ben ve Kadray bundan pek emin değildik. Koşarak Büyükanne Hanımeli’nin yanına gittik. Şükür ki o da bu iksirin kullanılmasının doğru olduğunu düşünmüyordu.
Ne yazık ki şüphelerimizde haklı çıkmıştık. Özlem Giderici İksir’i kullanan insanlar gün geçtikçe mutsuz ve sinirli olmaya başladılar. Artık kasabadaki çoğu insan birbirleriyle ilgilenmiyordu. Mine Teyze bile askerdeki oğlunu günlerdir aramıyordu. Hayri amca her gün ziyaret ettiği eşinin mezarına gitmez olmuştu. Bakkal Gürbüz, Çiçekçi Mikoli ve daha bir çok kişi buzdolabına dönmüştü sanki. Kasabada renk kalmamıştı. Babam ise artık hiç konuşmuyordu benimle. Eskiden az da olsa beni sevdiğini söylerdi. Ama özlem duygusunu kaybedeli beri bu cümleyi hiç duymamıştım. Onu çok özlüyordum.
Bildiğiniz gibi başta bu iksirin pek de iyi bir fikir olmadığına emindik. Fakat insanların özlem duygusunu kaybedince neşelerini, hatta sevgilerini de kaybedeceklerini hiç düşünmemiştik. Büyükanne Hanımeli özlem duygusuyla sevginin arasında önemli bir bağ olduğunu açıkladı bize. Özlem duygusu sevgiyi pekiştirirmiş. Zaten biraz düşününce buna hak vermiştik. Eğer bir şeyi sevmezsek onu nasıl özleyebilirdik değil mi?
Büyükanne Hanımeli, Ben ve Kadray (tabii Lilyo da) artık bu işe bir el atmalı ve kasabayı kurtarmalıydık. Kasabamız o canlı ve sevgi dolu insanlara tekrar kavuşmalıydı. Hemen Büyükanne Hanımeli’nin çiçeklerle kaplı verandasına oturup bir şeyler düşünmeye başladık. Babam bu iksiri bitkileri kullanarak hazırlamıştı. Biz de insanların kaybettiği duygularını geri getirecek bir iksir hazırlayabilirdik. Evden bir koşu bitki ansiklopedimi kapıp geldim. Sayfaları karıştırmaya başladık. Aradığımızı bulmuştuk. Açelya bitkisini kullanmalıydık. Bu çiçek özlem duygusunun tercümanı sayılıyormuş. Büyükanne Hanımeli kendi yetiştirdiği açelyalardan birini getirdi. Kocaman pembe yaprakları vardı. Mükemmel görünüyordu. İksire katmak için birazcık da sevgi veren bir bitkiye ihtiyacımız vardı. Bu konuda da imdadımıza laleler yetişmişti. Lale tam bir sevgi çiçeğiydi. Görüntüsünden bile belliydi. Büyükanne Hanımeli bahçede ateş yakmamızı istedi. Kadray bu konuda oldukça yetenekliydi. Ateşi hemen yaktık. Kazanı getirip iksiri hazırlamaya başladık. Açelya ve laleye ek olarak papatya, defne yaprağı ve biraz da biberiye ekledik. İki saat sonra iksir hazırdı. Vakit geç olmuştu. Yarın sabah erkenden buluşmak üzere sözleşip evlerimize gittik.
Eve girdiğimde babam bir köşede sessizce oturuyordu. Ona seslendim. Nasıl olduğunu sordum ama tek kelime bile etmedi. Yanı başınızda olmasına rağmen sesinizi ulaştıramadığınız insanlar, uzakta olanlardan daha çok üzüyordu sanırım. Annem ve kardeşimi çok özlüyordum ama bir müddet sonra yokluklarına alışmaya başlamıştım. Beni duyamazlardı ama her zaman kalbimdelerdi. Fakat babam öyle değildi. Yanımdaydı ama ne kadar bağırırsam bağırayım sesimi duymuyordu. O gece bu düşünceler eşliğinde uyuyakalmıştım.
Ertesi gün sabah erkenden Lilyo ile Büyükanne Hanımeli ve Kadray’ın yanına gittik. Onlar da çoktan uyanmışlardı. Kasaba halkına bu iksirleri tek tek dağıtırsak kabul etmeyebilirdi. Daha kesin bir çözüm bulmalıydık. Biz de bu yüzden kasabadaki çeşmenin içine iksirimizi kattık. Böylece tüm kasaba halkı iksirden içmiş olacaktı. O gün babam da su almak için çeşmeye gitmişti. Ben de evde onu bekliyordum. Sudan içer içmez yüzünde bir tebessüm oluştu. “Baba nasıl hissediyorsun?“ diye sordum. Bana bakıp gülümseyerek:
“Uzun zamandır hissetmediğim kadar iyi hissediyorum. Birkaç gündür çok mutsuzdum ve sanki bir karanlığın içindeydim. Ama şuan hafiflemiş gibiyim. Bana ne oldu Ayleça?” diye sordu. Sanırım neler olduğunu hatırlamıyordu. Özlem giderici iksirden başlayarak, Kadray ve Büyükanne Hanımeli’nin yardımıyla kasabayı nasıl kurtarmaya çalıştığımıza kadar her şeyi ona anlattım. Bir müddet düşündü ve sonra böyle bir şey yaptığı için çok pişman olduğundan bahsetti. Pişmanlığı gözlerinden okunuyordu. Onu teselli etmeye çalıştım. Ne de olsa hepimiz hata yapabilirdik. Babam bana döndü ve “Ayleça sana çok teşekkür ederim. Senin gibi cesur ve akıllı bir kızım olduğu için çok şanslıyım. Seni çok seviyorum,” dedi.
O an çok mutlu olmuştum. Birbirimize kocaman sarıldık.
O gün iksirlerimizin işe yaradığını görmeye başlamıştık. Mine Teyze oğluyla tekrar konuşmaya, Hayri Amca da eşini her gün yeniden ziyaret etmeye başlamıştı. Büyükanne Hanımeli ve Kadray da çok mutlu olmuştu. Kasabamız artık tıpkı eski günlerdeki gibiydi. Hatta eskisinden daha güzeldi. Mutlu, sevgi dolu, tıpkı adı gibi yemyeşil ve huzurlu…