DEV SALYANGOZUN IŞIKLI MAĞARASI
- Zeynep Yıldırım
- 20 Şub 2024
- 3 dakikada okunur
Yazarı: Zeynep Yıldırım
Editör: Eda Subaşı
Şef Editör: Behice Kavak

Bu hikâyede alt ıslatma durumları, salyangoz sümüğünden mumlar falan var. Demedi demeyin. Ben Çiçi. Dokuz yaşındayım. Biri diğerinden biraz daha küçük, iki tane tepenin eteklerinden başlayıp aşağıya doğru uzanan bir kasabada yaşıyorum. Güneş iki tepenin tam ortasından batar. O anda gözlerinizi kapatsanız bile gün batımındaki renkleri görebilirsiniz. Kırmızıdan pembeye dönen ışık huzmeleri limon çiçeği gibi kokar. Ahh, altın saatler!.. Bayılırım. Soğuk sıcak demem, izlemeye giderim. Yeni fikirlere ihtiyacım olduğunda bu manzara bana ilham olur.
Bir gün yine güneşin batışını izlemeye gitmiştim. Büyülü gerçeklikle ilgili metin yazma ödevim vardı. Üstelik 400 kelimeyle sınırlı bir metin. İlk kar düştüğünde ödevimi teslim etmem gerekiyordu. Tam bunları düşünürken küçük tepedeki mağaraya kocaman bir yuvarlağın yavaş yavaş girdiğini gördüm. Hemen gidip Islak Damla’yı çağırdım. Korkmasına rağmen geldi çünkü 9 yaşındaysanız merak size her şeyi yaptırır.
Mağaraya vardığımızda dev bir salyangoz gördük. Kendisi bir kanepe kadar büyük olduğu hâlde kabuğu bir kırlent kadardı. “Yardıma ihtiyacınız var mı?” dedim.
“Evet, çok açım.” dedi koca salyangoz. Aman Allah’ım! Kulaklarımız çınladı. Sesi çok tizdi. O kadar kocaman bir gövdeden bu kadar tiz bir ses duyunca Damla'yla ikimiz gülmemek için yanakları cevizle dolu kırmızı birer sincap gibi olduk. Kendimize hâkim olamıyorduk. Sonra da olan oldu. Damla altına kaçırdı. Umarım daha kötüsü olmaz derken salyangoz bir kere daha konuşmasın mı? “Bu da ne! Siz insanlar birisiyle tanışınca böyle mi yapıyorsunuz?”
Ben artık patlatmıştım kahkahayı. Damla kendini toplayıp gülmemeye çalıştı. “Iıı şey... Yok yok, kaslarımdaki rahatsızlık yüzünden hapşırınca veya çok gülünce maalesef bunu yaşayabiliyorum.” Sonra gözleriyle mağaranın çıkışını işaret etti. Hızlıca mağaradan çıktık. Çok gülmek isteyip de gülememek berbat bir duygudur. Gözlerinizden yaş gelir, karnınız ağrır. Ben de bunu yaşıyordum. “Off! O nasıl bir şeydi ya. Ne kadar komik bir sesi vardı. Sincap sesli koca salyangoz acıkmış,” dedim. İşaret parmaklarımı anten gibi kafama koyarak. Hâlâ gülüyorduk.
Sonraki gün Damla’nın babası pazarcı Tahsin Amca'ya gittik. Tahsin Amca'dan satamadığı marulları alıp mağaraya götürdük. Meğer salyangozun sesi açlıktan inceliyormuş. Salyangozun karnı doyunca sesi normale dönmüştü ama salyangoz tekrar acıkacaktı. O sesi tekrar duyunca yine haykırasımız gelecekti. Bu sefer salyangoz bunu normal karşılamazdı. Bir çözüm bulmalıydım. Tam 3 gün 6 saat 5 dakika düşündüm ve sonunda buldum.
Büyük semtte her hafta kurulan pazarda yere düşen, yaralanan, satılmayan yiyecekleri kasalara doldurduk, getirip mağaranın önüne boşalttık. Bunu her hafta yapıyorduk. Artık salyangozun yanına giderken güler miyiz diye tedirgin olmuyordum. Damla da yedek kıyafet taşımak zorunda kalmıyordu. Rahat rahat salyangozu ziyaret ediyorduk.
Son günlerde salyangoz biraz farklıydı. Bu sefer komik de değildi. Önceleri etraftaki sümük izlerinden mağarada dolaştığı yerleri anlayabiliyorduk. Ancak bu sefer etrafta hiç sümük izi yoktu. Sanki küflü bir ekmeği toprakla karıştırıp üstüne bir de su dökmüşsünüz gibi bir koku vardı mağarada. Rutubet kokuyordu her yer. Meğer mağaradaki rutubet kokusunu da önlüyormuş bu sümükler. Salyangozu mağaranın bir köşesinde bulduğumuzda solgun ve hareketsizdi. Yemekleriniz yetmiyor mu, diye sordum telaşla. “İnsanın sadece midesi acıkmaz. Öğrenmeyi seven insanların beyinleri de acıkabilir küçük kız. Bu, bizim için de böyledir.” dedi salyangoz.
Sonraki günler Damla, kitap getirip okumaya başladı. Ah! Tam bir kitap kurduydu. Ben kitap okumayı hiç sevmem ama hazır okuyan varken dinliyordum. Salyangoza da iyi gelmişti.
Mevsim kışa dönüyordu ve meteoroloji kar uyarılarına başlamıştı. Bense hikâyeyi bitirememiştim. Üstüne bir de salyangozların soğukta öldüklerini duyunca tam 3 gün 6 saat 5 dakika düşündüm. Allah’tan, ilk kar düşmedi. Mağaranın duvarları da salyangozun sümükleriyle kaplıydı zaten. Damlayla hepsini topladık. Tahsin Amcaların deposunda boş su boruları vardı. Ama incecik olanlardan değil. Kalındı bu borular. İşte bu boruları mum kalıbı olarak kullandık ve içine sümükleri doldurduk. Tabii ki eldiven kullandık, korkmayın. Kuruyunca borulardan çıkartıp mağaraya dizdik mumları ve yaktık. Mağara hem aydınlandı hem ısındı. Çok güzel olmuştu. Bu mumlar rutubeti de iyice azaltacaktı.
Çok şükür ki ilk kar düştüğünde ödevimi teslim ettim. Ne yazdığımı anlamışsınızdır herhâlde. Pek kitap okumadığım için yazmakta zorlandım ama hallettim çok şükür. Bu arada bana geceleri de izleyecek bir manzara çıkmıştı. Güneş battıktan sonra küçük tepenin eteklerinde kandil gibi parlıyordu dev salyangozun ışıklı mağarası.