DEMİR ATLI SEYYAH
- Reyhane Yarış

- 16 Kas 2023
- 3 dakikada okunur
Güncelleme tarihi: 5 Ara 2023
Yazar: Reyhane Yarış
Editör: Elif Özdemir
Şef Editör: Behice Kavak

1880 senesi mayıs ayı/ Hicri 1299-Rebiyyyülevvel
Muharrir Halit Efdal Efendi
Kanlıca’dan pembe erguvan ağaçlarını temaşa ederek Beykoz’a doğru yürüyordum. İçimde baharı müjdeleyen bir neş’e vardı.
Arnavut kaldırımlardan inmekte iken halka şemalinde; genç, ihtiyar lakin daha ziyade çocukların bulunduğu bir topluluktan işittiğim nidalar merakımı celbetti.
— Bin, bin, bin!
Devasa, iki tekerlekli, tuhaf ve debdebeli bir bineğe binmeğe mecbur bırakılan bir ecnebi gördüm. Çocukları eğlendiren bir hokkabaz zannettim evvel. Çatı katından gün yüzüne bâzı bâzı çıkarttığım Fransızca lisanıyla bu zatın kim olduğunu öğrenmiş bulundum.
Thomas Stevens, San Fransisko’dan İstanbul’a demir atıyla, yani bisikleti ile gelmiş. Amerikalıların bizzat elleriyle yaptıkları elli inçlik koca tekerli bineği, çocuklar ve ihtiyar çocuklar pek sevmişler.
Hayretten gözlerim yuvalarından fırladı. Bu topraklar Avrupa’dan gelen pek çok seyyah görse de bisikletlisini ilk defa görüyordu.
Sabahleyin mösyö Thomas’ı bisikletini tamir eder iken buldum. “Bonjour,” deyip İkdam gazetesinde muharrirlik vazifesinde bulunduğumu, seyahati hakkında birkaç kelam etmeyi arzuladığımı, beni kırmaz ise bahtiyar olacağımı söyledim.
Yağmurlar başlamadan bir an evvel yol alırsa şahane olacağını arz etse de bir centilmen olarak teklifimi nazikçe kabul ederek bendenizi mes’ud etti.
— Pek kıymetli Mösyö Thomas, İstanbul’a hoş geldiniz, safalar getirdiniz.
— Hoş bulduk efendim.
— Seyahat fikriyyatı nasıl zuhur etti?
— Bir öğle vakti Trent Nehri kenarında oturur iken bir torunum olur ise şayet; anlatacak tek hatıram dahi olmadığını fark eyledim. Mütemadiyen aynı şeyleri ifa etmekten buhranlar geçirince yeni açılan bisiklet dükkânından ayrılamaz oldum.
— İncecik tekerlerin sizi yere düşürmemesi maazallah bir yerlerinizin incinmemesi hayret verici. Nasıl düşmeden durabiliyorsunuz?
— Önce nasıl düşeceğimi öğrendim. Bittabi vücudumu sakatlamamağa gayret ederek. Şevkim kaygıma galip geldiğinde ise öğrenmiş bulundum.
— Şu ana kadar hangi ülkeleri gezdiniz?
— Amerika’da Nevada Çölü’nde Kızılderililer ile başlayan yolculuğumu Meksika’da tamamladım. Ve gemiyle Atlantik okyanusu üzerinden Avrupa kıtasına geçince İspanya, Fransa, Almanya, Macaristan ve pek çok Balkan ülkesini gezmiş bulundum. Seyir defterime hepsini tek tek naklettim.
— Âlâ, okumayı murad ederim.
— Ülkeme döndüğüm vakit, “Bisiklet ile Dünya Turu” adı altında kitap hâline getirme fikri içindeyim.
— Seyahatinizde size külfet veren bir şey oldu mu?
— Bazıları iki teker üzerinde tehlike içerinde olduğumu söyleyip dostane tavsiyeler veriyorlardı. Bu söylenceleri işitmek onları yaşamaktan daha ağırdı.
— Mesela nasıl tehlikelerdi bunlar?
— Metrelerce kar yağıp çığ altında kalabilir idim. Bu endişeyi demiryolu üzerinde ilerleyerek bertaraf ettim. Demiryolu her hâlükârda açık oluyor idi. Bir de dağlarda vahşi kurtlardan, leoparlardan nasıl oldu ise can havliyle kurtulabildim.
Sığındığım kulübede bütün geceyi titreyerek geçirmek benim için fevkaladeydi. O gecenin sabahında ayağıma dolanan bir yılan erken davranmam sayesinde leziz bir yemeğe dönüştü.
— İstanbul’da avamın iltifatına mazhar oldunuz. Taşraya da geleceğinizin haberi aksetmiş. Başka ülkeler de benzer hâller içinde miydi?
— Buyurduğunuz üzere burada teveccühe gark oldum. Türkler safi bir kalbe sahipler. Diğer ülkelerde de ilgi ile karşılandım ama bazı bazı arkamdan itip düşürenler veyahut bisikletimin somunlarını çalanlar oldu.
— Peki seyahatinizde zatınızın ziyadesiyle merakını celbeden bir hadise cereyan etti mi?
— Mesela Kızılderililerdeki bilgelik ve sükûnete hiçbir yerde rastlamadım. Her daim yanlarında bulunuyormuşum gibi beni bağırlarına bastılar.
Beni hayrete düşüren ise yaşının 697 olduğunu zannettiğim kabile reisi 697 ay ışığı yılı yaşında imiş. Bu da seksen yıl dokuz aya tekabül ediyor.
— Ülkemiz sizde nasıl bir intiba bıraktı?
— Ege, Trakya ve İstanbul’da bulunduğum zamanlar, İzmir’in taş evleri, sokaklarda topaç oynayan ve camilerde cıvıldaşan çocuklar bana engin bir mutluluk verdi. Edirne’nin çingenesi, Bulgar’ı, Arnavut’uyla kardeşçe yaşadıklarına şahit oldum.
Çok misafirperver bu topraklar. Kılığı kıyafeti fakir de olsa, az miktar yoğurdunu ekmeğini paylaşıp cepkenlerimi ekmekle dolduranlar gördüm. Üstelik kahveleri olmadığı için özür bile dilediler. Bunların karşılığında ise tek kuruş para dahi almadılar.
— Seyahatinizde zaman geçse bile baki kalacak hatıranızı lütfedebilir misiniz?
— Nevada çölünü omuzlarımda bisikletimi taşıyarak geçerken epeyce uzakta şırıl şırıl akan bir şelale gördüm. Suya kavuşma gayesi ile kumlara bata çıka biteviye bir gayretle yürüdüm. Ve ben şelaleye hiç varamadım. Beni kendine hayran bıraktıran şelale meğer bir serapmış.
— Bu seyahatte tasavvur edemeyeceğiniz şey ne idi?
— Deli bir cesaretim olmasa idi bu seyahat benim için bir külfet olabilirdi.
— Hislerinizi arz edebilir misiniz?
— Bundan böyle hem torunlarıma hem de pek çok insana nakledecek hikâyelerim var. Seyahatim Anadolu ve Tahran’da devam edecek derunumdaki heyecanın yarenliği ile bisikletimin tekerleri dönmeğe devam edecek.
— Ülkemiz sizin gibi cesur bir seyyahı ağırlamaktan bahtiyar. Bendeniz de sizi tanıdığıma müşerref oldum. Bir gün kitabınızı da tekellüm etme şerefine erişeceğimi diliyorum.
— Bunu can-ı gönülden arzu ederim. Efsunlu, büyüleyici şahane İstanbul’a tekrar geleceğimi umuyorum.