top of page

DAYIM VE SIRLARIMIZ

  • Yazarın fotoğrafı: Serap Doygun
    Serap Doygun
  • 13 Haz 2024
  • 3 dakikada okunur

Yazar: Serap Doygun

Editör: Sevde Dilruba Ünyeli


ree

Annemle babam onlar işteyken evde yalnız olmamı istemiyor. Sonuçta elektrik kontağından yangın çıkabilir, binanın boruları patlayıp evi su basabilir, bir mafya ailemden fidye istemek için beni kaçırabilir. Daha da kötüsü hayvanat bahçesindeki o manasız hayatından sıkılan bir goril, artık bizde yaşamaya karar verdiğinden aniden kapımızı çalabilir. Tak… Tak... Tak... Dolayısıyla ailem okul çıkışında dayımın yanına gitmem konusunda ısrarcı. Tabii onlar, dayım kitapçıdaki müşterileriyle ilgilenirken oturup ödevlerimi yaptığımı zannediyorlar. Ben kapıdan girerken dayımın, “Bekle beni tiyatrooo!” diye bağırarak bacadan çıktığını bilseler başımız fena hâlde derde girer. Bu, dayımla benim aramda bir sır.

 

Tiyatroculuk dayımın çocukluk hayaliymiş. Küçükken mahalledeki arkadaşlarıyla oyunlar sahnelerlermiş. Hatta bu işi o kadar ciddiye alırlarmış ki büründükleri karakterlerin kılığına girmeye özen gösterirlermiş. Bunun için de komşu teyzelerin kurusunlar diye bahçelerindeki çamaşır iplerine astığı tertemiz, sabun kokulu kıyafetleri yürütürlermiş. Sonrası bol bol kovalamaca, arkalarından fırlatılan terlikler, akşam evde çekilen kulaklar…

—    Bilge bırak dayını, kitabı anlat!

Ben de tam ona geliyordum. O gün birlikte hazırlamamız gereken bir ödevimiz vardı. Can’a okul çıkışı kitapçıda ödevimizi yapabileceğimizi söyledim. Çıkış zili çaldığında servise bindik ve kitapçıda indik. Dayım her zamanki gibi provaya geç kaldığını söyleyip aceleyle çıktı. Can etrafı incelerken ben de dayımın atıştırmalık çekmecesinden bir şeyler araklıyordum. Peynirli çubuk krakeri mi yoksa baharatlı çubuk krakeri mi daha çok sevdiğime karar veremiyorken Can bir soru sordu.

—    O kitap ne hakkında?

Elimdekileri bırakıp işaret ettiği tarafa baktım. Kitaplığın en üst rafında duran, yüzyıllardır kendisine kimsenin dokunmadığı üzerindeki toz tabakasından anlaşılan bir kitabı gösteriyordu. İlginç! O kitabın orada olduğundan haberim bile yoktu. Omuzlarımı silktim.

—    Bilmem.

Kitabın yer yer yırtılmış lacivert cildi solmuştu. Onu daha önce fark etmediğime şaşırdım. Gerçi hâlâ pek ilgimi çekmiyordu. Kakaolu sütüme pipet takıp höpürdetmeye başladım. Can ilgisizliğime aldırmadı ve kitaplığın yanına sıkıştırılmış tahta merdiveni çıkardı. Arkadaşım muhtemelen mamutlar ve onlardan korunmanın yüz yolunu anlatan bir kitaba kafayı takmıştı. Güç bela merdivenin sonuna ulaştı. Kitabı yerinden kaldırmadan cebinden bir kâğıt mendil çıkarıp üzerindeki tozu sıyırdı. Sonra kalın ve eski kitabı kucaklayıp yavaşça aşağı indi. O kitabı masaya koyana kadar ben kakaolu sütümü bitirmiştim.

—    Bir bakalım neymiş?

Can kitabın kapağını usulca kaldırırken doğrusu bir an ben de meraklandım. Öne doğru eğildim ve kitapta ne yazdığını görmeye çalıştım. Tahminim doğruysa okumamız pek mümkün değildi. Çünkü Mamutça ya da adı her neyse işte onu okumayı bilmiyorduk. Ama karşımıza çıkan şey bir boşluktu. Bir sayfa daha çevirdi. Boşluk. İki sayfa atladı. Boşluk. Üç sayfa atladı. Boşluk. Puaahh! Kahkahamı içimde tutmazsam Can kitabı kafama indirebilirdi. Anlaşılan mamutlardan korunmanın tek yolu kaçmaktı.

—    Zamanla yazılar silinmiş olmalı.

Can’ın sesinde hayal kırıklığı vardı. Sayfaları çevirdikçe uçuşan tozlar burnumu kaşındırmıştı.

—    Hapşuuu!

Çantama gömülmüş bir peçete ararken etraf aydınlandı. Kafamı kaldırıp dükkânın ışıklarına baktım ama kapalıydı. Sen de gördün mü, demek için arkadaşıma döndüğümde önünde kapalı duran kitaba dehşetle bakıyordu. Bu noktada Can’ın kocaman açılmış gözlerinden ve ağzından biraz tırstığımı itiraf etsem iyi olacak.

—    Bu kitap sihirli!

Söylediği şeyi anlamam biraz uzun sürdü. Anladığımda ise gözlerimi devirdim. Şu ödeve bir an önce başlasak iyi olacaktı.

—    Evet, dayım da bir sihirbaz.

—    Dalga geçmiyorum Bilge. Az önce kitaptan bir ışık çıktı.

Sihir diye bir şey yoktu. Bu tür şeylerin göz yanılması olduğuna dair onlarca video izlemiştim. Hatta birkaç numara bile öğrenmiştim. Tek istediğim arkadaşımın bir an önce normalleşmesiydi. Bu yüzden kitabı önüme çektim ve kapağını açtım. Sayfaları onar onar çevirirken bir yandan da Can’ın sakinleşmesi için konuşuyordum.

—    Sihir diye bir şey yoktur. Bunu sen de biliyorsun. Bu yalnızca dayımın atmayı unuttuğu eski püskü bir şey.

Ben sayfaları hızlı hızlı çevirip aralıksız konuşurken Can diken üstündeymiş gibiydi. Bir sayfa daha çevirdim ve olan oldu. Dükkânın içi kitaptan çıkan ışıkla aydınlandı. İkimiz de kendimizi geriye doğru attık. Çıkan ışığın içinde rengârenk parıltılar vardı. Can bana sokulup fısıltıyla konuştu.

—    Sana söyledim.

İzlediğim videolardan emindim. Can’a dönüp tısladım.

—    Sihir diye bir şey yoktur!

—    Bu ne o zaman?

Can cevap bekleyen gözlerle bana bakıyordu ama bu konu hakkında hiç video izlememiştim. Cesaretimi toplayıp kitabın lacivert kapağına doğru elimi uzattım. Tam hızla kapatacakken ışığın içinde bir şey belirdi ve ben de elimi geri çektim.

—    Özellikle Ramazan gecelerinin vazgeçilmezi olan gölge oyunu ve ayrıca meddahlık ile kukla gösterileri ülkemizdeki çocuk tiyatrosunun temelini oluşturur.

Pamuk Prenses’in cücelerinden biri olduğuna emin olduğum kalın kaşlı, yeşil şalvarlı minik adam anlatmaya devam etti.

—    Çocuk tiyatrosunun gelişmesinde tiyatro metinlerinin çocuk dergilerinde yer alması, tiyatronun ilkokullarda öğretim programına koyulması da etkilidir. Ünlü yazar Reşat Nuri Güntekin, İstiklâl ve Mavi Yıldırım gibi piyesler kaleme alarak bu sürece katkı sağlamıştır. Zamanla çocuklara yönelik hazırlanan tiyatro oyunlarının sayısı artmış, hatta Muhsin Ertuğrul tarafından ilk çocuk tiyatrosu da kurulmuştur.

Belli ki cücenin daha anlatacak çok şeyi vardı. Ancak uzanıp kitabın kapağını kapadım. Can’la birbirimize baktık. Görünen o ki dayımla ikinci bir sırrımız olacaktı.

 

 
 

©2023, Recep Bilal Aksu tarafından kurulmuştur.

  • Instagram
bottom of page