top of page

DANSA DAVET

  • Nefise Dilvin Sığırcıoğlu
  • 13 Haz 2024
  • 3 dakikada okunur

Yazar: Nefise Dilvin Sığırcıoğlu

Editör: Elif Enfal


ree

Güneş, Yeşilova şehrinin üzerine inip inmemekte karasız kalmış gibiydi. Ağaçların turuncu renkli başlıkları rüzgârla saklambaç oynuyordu. Beyaz yünlü koyunlar, o en uzaktaki tepenin yamacında menengiç ağacını yemek için birbirleriyle yarışıyordu. Hırkasını omzuna atmış yaşlıların yüzünde tatlı bir gülümseme vardı. Şehrin sakinleri bu gece olacaklardan habersiz, her zaman olduğu gibi sakin ve huzurlu bir hayat sürdürüyordu.

Gürültüyle uyanan Yeşilova ahalisi, üzerlerinden yorganlarını nasıl attıklarını bilemeden yataklarından fırladılar. Yalınayak, başı açık kadınlar önce çocuklarının yanına koştular. Babalar, sesin geldiği Gürbilek Tepesi’ne bir hışımla vardılar ama tepenin yamacında kalakaldılar. Çünkü tepe yerle bir olmuş, rüzgârın da etkisiyle yeri göğü toz bulutu kaplamıştı. Düşman şehrin akıncıları Yeşilova’nın tahıl ambarını bombalamıştı.

— Olmaz denilen oldu işte. Bugünün geleceğini biliyorduk.

— Neden yaptılar bunu Rom?

 — Neden olacak? Baksana şu şehrin doğasının güzelliğine! Bir de onlarınkine bak! Tarlalarının kurumuş otlarına, bahçelerinin solmuş renklerine… Tabii ki kendilerinde olmayanı istiyorlar.

— Neden şimdi?

—  Bilinmez.

— Ama anlaşma...

Neler olduğunu anlamakta güçlük çeken Nusya, “Hangi anlaşma?” diye sordu.

—  Bundan yıllar yıllar önceydi. Tarihlerin bile hatırlanmadığı o günde, Tuzak Şehir ile yapılan bir akitti bu. Tuzak Şehir, Yeşilova’ ya hep düşmandı. Şehrin yöneticileri, topraklarına toprak, güçlerine güç katmak istiyorlardı. Bu yüzden iki şehir arasında savaş çıktı ve bu savaş yıllarca sürdü. Sonra bir gün bir anlaşmaya varıldı. Bu anlaşmaya göre kimse kimsenin sınırına girmeyecekti. Şehirlerin tahıl ambarlarına dokunulmayacaktı. Eğer herhangi bir şehrin tahıl ambarı herhangi bir sebepten dolayı bombalanırsa bu savaş sebebi sayılacaktı.

— Peki, şimdi savaş mı çıkacak?

Rom cevap vermedi. Yüzünü yere eğip her zaman yaptığı gibi ensesini kaşıdı. Savaş başlamıştı. Şimdi ne olacaktı? Geçmişte yaşanan acılar tekrarlanırsa insanlar bunun etkisinden uzun süre kurtulamazdı.

Günler geçiyordu. Savaş etkisini iyice göstermişti. Yeşilovalılar, ellerinde kalan son yiyecekleri pişirip çocuklarının karnını doyurmaya çalışıyorlardı. Fakat buna rağmen direniyorlardı. Genç yaşlı, kadın erkek, çoluk çocuk kim varsa şehri korumaya ant içmişti.

Tarlalara geçitler kuruldu. Şehrin dört tepesine gözcüler koyuldu. Giriş ve çıkışlar tutuldu. Tüm önlemler alındı. Halk, ekinlerin başında sırayla nöbet tuttu.  Şehri, Tuzak Şehri’nin akıncılarından korumak çok da zor değil gibi gözüküyordu. Yeşilovalılar, kendilerine güveniyorlardı. Güçleri kuvvetleri yerindeydi çok şükür. Ekipler hâlinde çalışıyorlardı. Kimisi tarla nöbetini alırken kimisi yeni bir tahıl ambarı yapımına başlamıştı bile. Yıllar önce ataları bu şehri yaban ellere nasıl vermedilerse yine öyle olacaktı. Ama bu kez olmadı.

Her gün bir öncekine göre biraz daha zorlu geçiyordu. Hele de açlık… Açlık onlara beklenmedik tuzaklar kurmaya başlamıştı. Bir taraftan açlık diğer taraftan akıncılar derken halk, git gide yorgunluk ve uykusuzluğa teslim olmaya başladı.

—  Duydunuz mu?

— Neyi?

Nusya değişik hareketler yapmaya başlamış şehrin meydanında. Elini kolunu nereye koyacağını bilemiyor, müzik kutusu yutmuş gibi dans ediyormuş. “Dur bir konuşalım,” diyenlere aldırış etmiyor, istese de duramadığını söylüyormuş.

— Allah Allah! Açlık mı onu bu hâle getiren?

Nusya gerçekten de peş peşe anlamsız hareketler yapıyor, her hareketi bir öncekinden daha ilginç bir hâl alıyordu. Çok geçmeden Sim, Rogo, Jojo ve diğerleri de bu anlamsız hareket silsilesine ortak olmuşlardı. Saatler ilerledikçe dans edenlerin sayısı da artıyordu. Dans edenlerin sayısının hızla artmasına bakılırsa açlık ve yorgunluk vücutta değişik tepkilere sebep oluyor, dans bir salgın hastalık gibi Yeşilova’yı etkisi altına alıyordu.  

—  Üç hafta geçti. Gözcüler dans etmekten gözcülük yapamaz oldular.

—  Evlerde yiyecek kalmadı. Hanım dün elimizde kalan son buğdayı da pişirdi. Çoluk çocuk herkes harap.

— Böyle giderse birkaç güne şehri teslim etmek zorunda kalacağız.

Olmaz öyle, diyecek oldu Rom ama vaziyet ortadaydı. Şehirde salgından etkilenmeyen kırk kişi ha var ha yoktu. Onların da uykusuzluktan dizlerinde derman kalmamıştı.  “Toplayın, toplayın. Herkesi alın!"

Bu ses, düşman ordusunun komutanının sesiydi. Sabırsızlanarak askerlerine, “Tamam mı, hepsi burada mı?” diye soruyor, “Kimseyi unutmayın!” diye emirler yağdırıyordu etrafındakilere.

— Hayır, daha değil komutanım! Son elli iki buçuk kişi birazdan gelecek. Arkadaşlar, Gürbilek Tepesi’ne onları almaya gittiler.

— Elli iki buçuk mu? Elli iki mi elli üç mü? Buçuk nedir Allah aşkına?”

 — Efendim, aralarından bir tanesinin sadece ayakları oynuyormuş.

— Geri zekâlı mısınız siz? Sadece ayakları oynuyor da ne demek? Bugün ayağı oynayanın yarın her yeri oynar. Alın, hepsini alın! Arkada kimseyi bırakmayın.

Askerler herkesi topladı. Kırmızı kamyonete bindirilen insanlar, bir daha şehirlerine dönemeyecek olmanın acısını yüreklerinde hissediyordu. Nusya, Sim, Rogo ve Jojo da Gürbilek Tepesi’ne son kez baktı. Bir daha oraya asla gidemeyeceklerini bilerek...

 

 
 

©2023, Recep Bilal Aksu tarafından kurulmuştur.

  • Instagram
bottom of page