top of page

BÜYÜK DİNOZOR BARIŞI

  • Sevim Kanbur
  • 18 Şub
  • 3 dakikada okunur

YAZAR: SEVİM KANBUR

EDİTÖR: GÜLŞAH SARI

ÇİZER: RÜMEYSA ŞEVVAL AYTEKİN



ree

Ankilolar yüzyıllardır Sarus Ormanı’nda yaşıyorlardı. Burası onların anavatanıydı. Burada doğup burada ölüyorlardı. Bereketli Sarus Ormanı’nda binbir çeşit çiçek açardı, binbir çeşit meyve dallarda mis gibi kokular yayardı. Sayısız bitki türü, ormanı bir örtü gibi kaplardı. Cömert nehirleri coşkuyla akar ve orman sakinlerini asla susuz bırakmazdı.

Ankiloların ataları açlık nedir bilmezdi. Kendileri de bilmiyordu ve büyük ihtimalle -ki bundan emin olamayız- çocukları da bilmeyecekti. Ve daha az ihtimalle -ki bundan hiçbir şekilde emin olamayız- torunları da bilmeyecekti. Geniş kafatasları, uzun gagalarıyla alçak bitki türlerini tüketiyorlardı. Hantal vücutları, diken kaplı sırtları ve ağır yürüyüşleriyle bir yerlere yetişmek için hiçbir telaş duymuyorlardı. Onların hiçbir acelesi olmazdı. Ankilolar kuyruk uçlarında bulunan zırhlı topuzlarına asla ihtiyaç duymazlardı. Çünkü onu kafasına indirmek isteyecekleri düşmanları hiç olmamıştı.  Yani en azından şimdilik.

 Sitigolar da yüzyıllardır Sarus Ormanı’nda yaşıyorlardı. Burası onların da anavatanıydı. Ve onlar da burada doğup burada ölüyorlardı. Bereketli Sarus Ormanı’nın bütün cömertliğinden onlar da faydalanıyorlardı. Sitigoların ataları da açlık nedir bilmezdi. Kendileri de bilmiyordu. Ve büyük ihtimalle -ki bundan emin olamayız- çocukları da bilmeyecekti. Ve daha az ihtimalle -ki bundan hiçbir şekilde emin olamayız- torunları da bilmeyecekti. Küçücük kafatasları ve sevimli gagalarıyla çalı çırpı yiyorlardı. Sırtları serinlemelerine yarayan geniş yelpazelerle kaplıydı. Onlar da acele işlerine karışan şeytanlara pabuçlarını ters giydiriyorlardı. Ama isteseler nehir kenarındaki eğrelti otu tarlasında bir çırpıda soluğu alabiliyorlardı. Sitigoların kuyruk uçlarında ise dört adet keskin ve sivri dikenleri vardı. Ama onların da bu ölümcül dikenlerini batırmak isteyeceği düşmanları hiç olmamıştı. Ta ki o uğursuz güne kadar.

Bir Ankilo yavrusu, nehrin aşağı bölgesinde dağ bayır gezinirken hiç diş değmemiş muhteşem kokulu bir meyve bahçesine rastladı. Bu sevinçli haberi kabile büyüklerine vermek için evine doğru koştu. Tabii onunkine koşmak denirse. Ama bir Sitigola yavrusu da aynı bahçeyi, aynı gün, aynı tesadüfle görünce aynı şeyi yapmak onun da aklına geliverdi. Hemen evine doğru koştu. Ama onunkisine gerçek bir koşu denilebilirdi. İşte bu yüzden meyve bahçesinin etrafında ilk toplanan kabile Sitigolar oldu.

“Bahçeyi ilk gören bizdik,” dedi Ankilo kabilesinin lideri.

“Sonradan gelmiş olmamız meyvelerde hakkımızın olmadığı anlamına gelmez.”

Derken tartışmalar kavgaya döndü, büyüdükçe büyüdü.  Ankilolar, “İlk gören bizdik ve asla geri adım atmayız,” dedi. Sitigolar, “İlk ulaşan biziz ve hakkımızı yedirmeyiz,” diye direttiler ve sonunda birbirine girdiler. O güne kadar daha ne işe yaradığını bilmedikleri topuzlarının ve kuyruk dikenlerinin ne işe yaradığını keşfettiler. Birkaç iğne yarası ve birkaç topuz darbesiyle bu ilk kavgayı her iki taraf da ucuz bir hesapla kapattı. Belki de bu ilk ve son kavgaları olacaktı. Kim bilir!

Sarus Ormanı’nın en yüksek dağındaki mağarasında gündüzleri uyuyan, geceleri gökleri ve yıldızları tarayan bilge dinozoru Filozor orman meclisini topladı.

“Görünen o ki sizin bu meyveleri yiyecek kadar zamanınız olmayacak. Göklerde garip şeyler oluyor. Tam bilemesem de bir gök taşı çok yakında kapımızı çalacak. Nasıl desem, hiç iyi şeyler olmayacak.”

“Yoksa bize kuyruk iğnesini mi batıracak?” dedi Ankiloların lideri.

“Hayır,” diye atıldı Sitigolarınki. “Kuyruk topuzunu kafamızda patlatacak.”

Haber hızla yayıldı. Stigolar ve Ankilolar panik içinde koşturup geldiler. Ankilolarınkine koşmak denirse tabii. Ama Sitigolar nazikçe onların ilerlemesini bekledi. Artık dertleri,öne geçmek, ilk olmak değildi. Herkes Filozor’u daha yakından görmek ve daha iyi duymak için meclise iyice sokuldu ve böylece Ankilolar ile Sitigolar birbirine karışıp dost oldu.

“Hemen hazırlığa başlayalım. Gidebileceğimiz kadar uzağa gidelim,” dedi Sitigolardan biri.

“Madem kaçış yok o zaman gök taşı gelene kadar meyve bahçesinde yiyip içelim, gülüp eğlenelim,” dedi Ankilolardan biri.

“İyisi mi dağın yamacından yerin derinlerine doğru bir tünel kazıyarak büyük bir mağara oyalım,” diye atıldı başka biri.  Ama o kimdi ki? Sadece sesi duyulmuştu, kendisi görünürlerde yoktu.

“Buradayım!” diye bağırdı Filozor’un tepesine tırmanan bir fare. Büyük çoğunluk bu minik farenin önerisini akla yatkın buldu. “Elinizi çabuk tutun sevgili dinozorlar,” dedi Filozor. “Ben gök taşını karşılamak için yukarılarda olacağım. Kim bilir belki onu kuyruk topuzumla geri göndermeyi başarırım. Siz yine de bana güvenmeyin. Ayrıca meyve bahçesinde vakit geçirmek isteyenleri de lütfen suçlamayın.”

Dinozor Filozor yavaş yavaş yürüyerek Sarus Ormanı’ndaki en yüksek dağın zirvesine doğru ilerledi. Geride kalanlar ise yerin derinliklerine doğru tünel kazmak için tırnaklarının, gagalarının, boynuzlarının ve pençelerinin var gücüyle toprağı eşelemeye koyuldu. Biraz uzaklaştıktan sonra Filozor bir şey unutmuş gibi onlara dönüp bağırdı, “Ama merak etmeyin! Ne kadar aşağı inerseniz inin ben de ne kadar yukarı tırmanırsam tırmanayım aynı yere varacağız ve yine buluşacağız.”


 
 

©2023, Recep Bilal Aksu tarafından kurulmuştur.

  • Instagram
bottom of page