top of page

BİRAZ ADRENALİN ALIR MIYDINIZ?

  • Yazarın fotoğrafı: Selda Meydan
    Selda Meydan
  • 25 Nis 2024
  • 4 dakikada okunur

Yazar: Selda Meydan

Editör: Merve Coşkun

Şef Editör: Behice Kavak


ree

Sinema salonunun patlamış mısır, parfüm ve yenilenmiş deri koltuklarının kokusu ile harmanlanmış boğucu ve sıcak havasından kurtulup dışarı çıktıklarında yüzlerine vuran rüzgâr gerçek dünyaya dönmelerini sağladı.

Yol boyunca âdeta futbol yorumcuları gibi izledikleri filmin bütün sahnelerinin kritiğini yapmaya kendilerini o kadar kaptırmışlardı ki karşıdan son hızla gelen pikabı fark etmediler. Uzun farları yanan arabadan yüzlerine flaş patlamışçasına vuran ışıkla neye uğradıklarını şaşırıp kendilerini hızlıca yolun kenarına attılar. Bir anda boyut değiştiriyormuş gibi hissettiren bir tünelin içinde boşluğa doğru yuvarlandılar da yuvarlandılar.

Zemine ulaştıklarında az önce üstüne atladıkları çimlerin yerini ıslak, yapışkan ve çürük patates gibi kokan bir çamur almıştı. Yavaşça düştüğü yerden doğrulan Emre, şaşkınlık ve korkuyla gözlerini kırpıştırarak tepesinde suçluların üzerine tutulan spot ışıkları gibi parlayan dolunayın altında buraya nasıl geldiklerini hatırlamaya çalışıyordu.

Birkaç gün önce vizyona çok güzel bir korku filmi girdiğini öğrendiklerinde bu haberin kalplerini nasıl da küt küt çarptırdığını, yerlerinde duramaz olduklarını anımsadı. Arkadaşı Ahmet’le en büyük heyecanları, bol adrenalin salgılayan korku filmleri izlemek olduğundan, korku dozunu artırmak için ne yapıp edip gece seansına gitmeyi kafaya koymuşlardı. Ailelerinin izin vermek istemeyeceğini tahmin ediyorlardı ancak onları ne pahasına olursa olsun ikna etmeye kararlıydılar. Nitekim saatlerce yalvarmanın sonucunda film biter bitmez eve dönmeleri şartıyla isteklerini kabul ettirmeyi başardılar. Sadece küçücük bir ayrıntıyı, gidecekleri filmin bir korku filmi olduğunu, saklamışlardı onlardan.

Film gerçekten çok kaliteli yani çok korkunçtu. Zira korku filminde kalite, ürküten ve tedirgin eden sahnelerin bolluğundan anlaşılırdı. Karanlıkta umulmadık yerlerden çıkan hayaletler, insanları içine çeken örümcek ağları, kan emen vampirler, hepsi son derece muazzamdı.

Film bitip de dışarı çıktıklarında keyiften dört köşeydiler. Gökyüzünde ışıl ışıl kocaman bir dolunay ve farklı şekillerde bulutlar vardı. Âdeta bir yakalamaca oyunu gibi bulutlar koşup dolunayı yakaladıklarında ortalık kararıyor, dolunay ise kendini onların elinden kurtarmayı başardığında her yeri ışığa boyuyordu. İşte ne olduysa bundan sonra olmuş, o garip arabadan kaçmaya çalışırlarken kendilerini burada bulmuşlardı. Yüksek bir uçurumdan aşağı itilmiş gibi hisseden Emre, korkuyla yattığı yerden kalkıp Ahmet’e seslenmeye başladı ancak Ahmet’ten ses çıkmıyordu. Kulağına sadece uzaklardan çakal sesleri ile ortalığı ayağa kaldırırcasına cır cır öten cırcır böceklerinin sesi geliyordu. Birden karşısındaki karanlığın içinden boğuk bir ses yükseldi.

- Nihayet geldiniz demek. Ben de kaç saattir sizi bekliyordum.

- Sen de kimsin, burası neresi, diye çekinerek sordu Emre. Arkadaşım nerede, diye ekledi sonra. Boğuk sesin sahibi bir kahkaha attı.

- Sizin adrenalin arayışında olduğunuzu duydum. İşte tam yerine geldiniz ufaklık, emrinize amadeyim.

Emre tam bağıracaktı ki yüzünün üstünde ince bacakların gezindiğini ve dolaştığı yerlerde yapışkan bir his bıraktığını fark etti. İnce bacaklar tam burnunun kenarından içeriye girmek üzereyken elini uzatıp hızla yakaladı. Büyük bir örümceğe benziyordu. Korku ve tiksinti ile yere attı.

- Ne demek istiyorsun sen, arkadaşımı getir bana, diye bağırdı karanlığa doğru. Hem kimsin sen yüzünü göremiyorum, biz buraya nasıl geldik?

- Ha ha ha! Demek yüzümü görmek istiyorsun. Pekâlâ yaklaş o zaman.

Bacaklarındaki titremeye engel olamadan iki adım atan Emre’nin kulağına karanlıktan tıkır tıkır sesler geliyordu. Yaratık etrafı aydınlatacak bir şeyler bulmaya çalışıyordu. Az sonra elinde, içine mum konmuş ve göz boşluklarından alevler çıkıyor gibi görünen bir kuru kafa tutan, zebella gibi bir varlığın silueti belirdi önünde. Kuru kafayı tutan elleri Emre’nin kafası kadardı. Ayakları içe dönük, saçları karmakarışık olmuş bir ip yumağı kadar kıvırcık, kulakları dedesinin balkonundaki çanak anten gibi yuvarlak ve yassıydı. Alnının ortasında kocaman bir yumru vardı. Biraz daha yaklaşınca ağzından yayılan koku neredeyse Emre’yi bayıltacaktı. Tiksintiyle başını öbür tarafa çevirdi. Yaratık sırıttı.

- Affedersin, akşam fare çorbası içmiştim, dişlerimi fırçalamayı unutmuşum.

Bütün vücudu korkudan histeri nöbetine girmişken kusmamak için kendini zor tutan Emre, toparlanmaya çalışarak gözlerini kaçırarak seslendi.

- Şu dişinin kenarında sallanan şeyi alır mısın lütfen, sanırım farenin kuyruğunu iyi doğramamışsın.

Ne yapıp edip Ahmet’i bulmalı ve buradan bir an önce kurtulup evlerine dönmeliydiler.

- Benim adım Horhor, sen de arkadaşından öğrendiğim kadarıyla Emre olmalısın. Benim çöplüğümde olduğumuza göre kuralları ben koyarım. O yüzden önce emir vererek konuşmayı kes bakalım.

- Burası neresi, onu söyle bari. Arkadaşıma ne yaptın, neden buradayız?

- Sakin ol delikanlı. Önce misafirlerime ikram ettiğim özel içeceğimizden al bir bardak.

- Ne ki bu?

- Aslında kimseciklere söylemiyorum sırrını ama seni sevdim. Gördüğün üzere burada pek çok cırcır böceği var. Onları toplayıp eziyoruz üzerine su koyup bir gece bekletiyoruz, sabah biraz karınca bacağı serpiştirince muhteşem bir içecek oluyor, ses tellerini de açıyor insanın. Lay la la layyyy! Bak, ben sesimin güzelliğini bu içeceğe borçluyum.

Emre tiksintiyle ve iğrenerek içeceğe bakıyordu.

- İstemiyorum!

- Ne kızıyorsun? Siz benim mekanıma geldiniz, ben sizi çağırmadım!

- Biz niye böyle saçma sapan bir yere gelmek isteyelim!

- Adrenalin peşinde koştuğunuzu duyduk, bizim işimiz de bu. Aldığımız paranın hakkını vermezsek meslek etiğine aykırı hareket etmiş oluruz.

- Biz sadece bir korku filmi izlemek istemiştik.

- Ben orasını bilmem. Babanız bana yüklü miktarda para verdi ve sizi mümkün olduğunca korkutmamı istedi.

- Babam niye böyle bir şey yapsın, hem o korku filmine gideceğimizi de bilmiyordu zaten. Tamam yeterince korktuk, artık Ahmet’i getir de gidelim biz.

- Dur bakalım, ona ben karar veririm. Ahmet gelecek ama bir şartım var. Benim gözbebeğim, biricik minik kedimle güreşeceksin. Eğer onu yenersen gitmene izin veririm. Yenemezsen ölene dek burada benimle yaşarsınız.

- Bir kedi ile güreşmek mi? Kabul ediyorum. Ne kadar zor olabilir ki? Yeter ki buradan bir an önce kurtulalım.

- Minik! gel bakalım, diye seslendi Horhor.

Ağacın ardından devasa bir kaplan çıktı ve kükreyerek Emre’ye doğru gelmeye başladı. Emre haykırdı.

- Ama bu bir kedi değil, bir kaplan!

- İkisi de kedigiller familyasından canım. Ha kedi ha kaplan, aynı şey.

Minik Horhor’un cümlesini bitirmesine fırsat bırakmadan, Emre’nin üstüne atladı. Aralarında bir boğuşma başladı, kaplan ön ayakları ile kollarını kavramış onu hareketsiz hale getirmişti ve artık kaplanın kocaman dişleri ile bakışmaya başlamıştı ki Ahmet’in sesi geldi Emre’nin kulağına. Arkadaşı onu sarsarak söyleniyordu.

- Emre, Emre! Uyumuş olamazsın. Gerçekten böyle korkunç bir filmin ortasında uyuya mı kaldın.

Emre, korkuyla gözlerini açıp etrafına bakındı. Arkadaşına sımsıkı sarıldı.

- Allah'ım rüyaymış, yaşasın sadece rüyaymış. Yanımdasın işte. Emin ol rüyamda izlediğim film çok daha korkunçtu. Babamı arayacağım gelip bizi almasını isteyeceğim. Ya da bir dakika, senin babanı mı arasak? Eve gidince de önce sıcak bir kakaolu süt içip sonra mis gibi sabun kokan sıcacık yatağıma gireceğim. Mümkünse uzunca bir süre korku filmi izlemek hatta adını bile duymak istemiyorum, hadi hemen çıkalım buradan.

 
 

©2023, Recep Bilal Aksu tarafından kurulmuştur.

  • Instagram
bottom of page