BİR ÇUVAL UN
- Elif Yılmaz
- 18 Şub
- 3 dakikada okunur
YAZAR: ELİF YILMAZ
EDİTÖR: AYŞE KEVSER CAN
ÇİZER: KÜBRA BOZOT

Gün geceye varmadan kulak ver bana,
Anlatayım sana neler oldu burada.
Yoksa korkarsın gece olduğunda,
Uğuldayan sesler varken kulağında.
Bir padişah var ki evlerden ırak;
Görsen sen de dersin: “Bu ne surat!”
Asla gülmez ne yüzü ne de kesesi,
Olanlar hep bir çuval unun bedeli.
Derler ki pek neşeliydi eskiden,
Sofralar taşardı hep bahçesinden.
Verme hevesi uzanırdı arşa,
Tek şartı vardı kim olursa.
Çıkamazdı bir lokma bahçeden,
Alamazdın nasibini önceden.
Kapıdan illa ki girmek lazımdı,
Bereketli sofralar bunun için vardı.
Yoldan geçen zavallı bir yabancı,
Çaldı kapıyı bir gün, epey ısrarlı.
“Bütün köylüm aç,” dedi fısıltıyla,
Sadece bir çuval un istedi usulca.
Haber tez ulaştı padişahın kulağına,
Buyur etti onu, şatafatlı masaya.
Yabancı reddetti cazip teklifi,
“Açlık var!” dedi yineledi isteğini.
Padişah kırmızıya çalıverdi sinirden,
Hadsiz yabancıyı yakalattı ensesinden.
Dedi: “Hepsi benim! Vermem tanesini.
Git, başka kapılarda ara nasibini!”
Adam yığılıp kaldı dere kenarına,
Birtakım uğultular çalındı kulağına.
Uyanıp baktı ki ne görsün orada,
Kurt sürüsü toplanmış etrafında!
Yaklaştı adama içlerinden birisi,
Çelimsiz hâli, kuru derisinden belli.
“Bütün sürüm aç!” dedi hırıltıyla,
Tüm yemeğini istedi insafsızca!
Adam çıkardı heybesinden kuru ekmek,
Verdi kurda ki tokluk herkese gerek.
Dedi: “Kalmadı yüzüm, dönecek köye.
Yesem de son ekmeği, yarayacak neye?”
Kuru ekmeği alıp uzaklaştı kurt,
Sonra geri geldi, ağzında bir yığın ot.
Dedi: “Ye bunları, şifalıdır korkma!
Anlat! Ne oldu sana, karnın doyunca.”
Adam yedi otları, içti suyu dereden.
Bir canlılık geldi üstüne yeniden.
Teşekkür etti kurda canıgönülden,
Tek nefeste anlattı, olanı düşünmeden.
Buraların bir padişahı var ki el iyisi,
Alır elimizden, neyimiz varsa hepsini.
Duymuş bir yerlerden: Vermek en güzeli.
Ama hiç düşünmemiş, vermek ne ki?
Doldurdu, kendi hazinesini vergilerle.
Duyurdu, vermek gerekliliğini herkese.
Topladı, ne varsa bağ bahçelerde.
Yasakladı, yemeği sarayın ötesinde.
Başladı her şey o karardan sonra,
Dikildi saray ahalisi kazan başına.
Taşırdılar içinden halkın emeğini,
Sıraya dizdiler yemek isteyeni.
Saray erkânının karnı doydu en çok!
Halk nasıl hissedecek bir lokma ile tok?
Başladı hastalıklar, salgınlar kısa sürede,
Uzak köyler gidemedi saraya bir günde.
Adam dedi: “Benim köyüm en uzakta,
Gizli saklı pişirdik, bir müddet ocakta.
Tükendi hemen, gözlerden sakladığımız.
Sorduk birbirimize, şimdi ne yapacağız?”
Dedim: “Ben padişaha gideceğim,
Hâlimizi ayrıntısı ile arz edeceğim.
Dinlemezse bilmem ne diyeceğim,
En azından bir çuval un isteyeceğim.”
Aldım son ekmeği düştüm yola,
Üç gün sürdü yol, vardım saraya.
Baktım herkes saatlerdir sırada,
Bekledim ben de onlar gibi sabırla.
Dinletemedim kendimi padişaha,
Vermedi, köy için bir çuval unu da.
Kovdu beni, tutmadı bile kapıda,
Sonra buldum kendimi burada.
Kurdun öfkeden görünür oldu heybeti,
Dinledikçe daha da hiddetlendi.
Dedi: “Bu orman gizlidir herkese.
Görünür, sadece kişiye gerekliyse!”
“Madem kral layık görüp açtı kapısını.
Sen de verdin bize son lokmanı.
Demek ki yardımımız vaciptir sana,
Görevimiz icabet etmektir çağrıya.”
Kurtlar toplanıp bastı, gecesine şehri.
Talan etti saraydaki varı yoğu, her şeyi,
Sırtlanıp dağıttı, halka tüm malzemeyi.
Padişahı da tutup ormana getirdi.
Üç gün aç bırakıldı padişah ormanda.
Elini attığı her ot zehir oldu ağzında.
Dendi ki ona: “Her şey zulüm olacak sana.
Eğer halkın üstünde hakkın bulunuyorsa.”
En sonunda padişahın yüzü asıldı kaldı,
Bir çuval unun hesabıyla boğazı daraldı.
O günden sonra kurulmadı hiç sofralar,
Kursakta kaldı doymak bilmez iştahlar.
Kesildi cezası o gün padişahın,
Kapandı kapısı şatafatlı sofraların.
Herkesin nasibi kendi çabasına kaldı,
Bunun için de kurtlar bekçi kılındı.
Gün geceye varınca buralarda,
Kurt sesleri uğuldar sokaklarda.
Bir çuval unun esirgendiği kapıdan,
Ayrılmazlar asla tan yeri ağarmadan.