top of page

BİRİNE Mİ BİRBİRİNİZE Mİ SAHİPSİNİZ?

  • Ayşen Yeşilkaya
  • 2 Ara 2023
  • 4 dakikada okunur

Güncelleme tarihi: 5 Ara 2023

Yazar: Ayşen Yeşilkaya

Editör: Behice Kavak

ree

Hana Tooke’un yazdığı Barış Purut’un çevirdiği Genç Timaş Yayınevi’nden çıkan Sahipsizler; aile, arkadaşlık, gizem, macera, mücadele, farklılıklar, önyargı, fantastik, gotik temaları ile bizleri etkisi altına alıyor. Romanın orijinal adı The Unadobtables yani evlat edinilmeyen çocuklar. Bu açıdan bakıldığında Türkçe çevirisini ben çok beğendim. Orijinal adı kendi ülkesinde çok eleştirildi. Ben burada ince bir dokundurma olduğunu ve bir aileye sahip olmanın da ne demek olduğunu düşünülmesi gerektiğine yorumladığımdan çevirmenin hakkının verilmesi gerektiği kanaatindeyim. Çizerliği de Ayesha L. Rubio tarafından yapılmış. Kitabı okuyunca siz de benim gibi yazarın, çizerin, çevirmenin ellerine sağlık diyeceksiniz. Yazarın ilk kitabı Sahipsizler 19. yüzyıl Amsterdam’ında geçiyor. Çocukluğunun Amsterdam’da geçtiğini okuduğumuz yazar kitapta yaptığı şehir tasviri ile bunu ispatlıyor, kitap boyunca siz de o sokaklarda yürüyor ve sizin de ayaklarınız, donmuş Hollanda polderlerinde üşüyor. Yazar bunu o kadar iyi betimliyor ki yazın sıcağında bile elinize sıcak bir şeyler almak, ayaklarınıza yün çoraplar giymek istiyorsunuz.

Hana Tooke kitaba çok ilgi çekici bir girişle başlıyor ve daha en başında sizi hem güldürüyor hem de inanılmaz bir merak uyandırıyor:

Bebek Terk Etme Kuralları

  1. Bebek, beyaz pamuklu bir battaniyeye sarılmalıdır.

  2. Bebek, hasır bir sepete yerleştirilmelidir.

  3. Bebek en üst basamağa yerleştirilmelidir.

Bizim kitapta tanıyacağımız beş çocuk ise yetimhaneye ilk defa alışılmadık şekilde bırakılan yetimler. Üstelik hepsi de aynı yıl içinde getiriliyor yetimhaneye.

Her iki elinde de altışar parmağı olan Lotta, yüz şekli yumurtaya benzeyen EGGbert, saçlarında rezene tohumları ile gelen Fenna, üstünde irmik buğdayı yazan bir çuvaldan çıkan Sem… Milou yetimhaneye yine alışılmadık bir şekilde bırakılıyor ancak ailesi onun adını bir battaniyeye işlemiş ve battaniyeyi Milou’ya sarıp yanında kukla ile bir tabuta koyup çatıya bırakmış. Bu sebeple kitap boyunca hikâyeyi bakış açısından okuyacağımız kahramanımızın ismini geliş şeklinden ya da fiziksel özelliklerinden almadığını biliyoruz.

Bir tabutun içinden çıkan kukla başlangıçta şaşırtıcı olsa da bu kukladan bir şey çıkacağını ve hikâyenin gidişatını etkileyeceğini hissediyorsunuz. Kitap boyunca birçok kukla da karşımıza çıkıyor. Kuklaların yapılışı, hareket ettirilmesi hatta gerçek bir insan olarak bile kullanıldığı bölümleri okurken arka taraftan kuklalar ile ilgili araştırmaya girişiyorsunuz. Çünkü bu kısımları okurken gözünüzün önüne kuklalar geliyor. Tabii ki burada da yazarın hayatından bir kesit karşımıza çıkıyor ve röportajlarından şimdilerde hayatının büyük kısmını kukla yaparak geçirdiğini öğreniyoruz. Böylesine gerçekçi tasvirlerin başka türlü yapılamayacağını düşündürtüyor size.

Hiçbir çocuğu sevmeyen yetimhane müdürü Elinora Gassbeek kitapta karşımıza çıkan ilk kötü karakter ve tabii ki bu beş çocuğu diğerlerinden daha fazla sevmiyor. Gassbeek’in yetimhanesi tam bir gotik yapı. “Soyulmuş duvarlar, düşen boya parçaları, dik merdivenler, karanlık gölgelerden ve gevşek döşemelerden oluşan bir bina…” Binanın en güzel bölümü ise çocukların ailelerin önüne çıkarıldıkları, takdim edildikleri alan ve Gassbeek’in yaşam alanı alt kat. Kitaptan aldığım bir cümle bile gözümüzün önüne yetimhanenin yapısını canlandırıyor.

Milou kendisinin bırakılış şeklinden yola çıkarak ailesi tarafından istenmediğinden değil mecbur kalındığından yetimhaneye getirildiğini düşünüyor. Ve düşüncelerini teoriler kitabı ile doğrulamak için türlü fikirler üretiyor. Bazen fantastik olabilen fikirleri hep somut veriler ile desteklendiğinden bizi de şüpheye düşürüyor kimi zaman.

Çocuklar büyüdükçe aldıkları isimlerden çok daha fazlası oldukları gözlerimizin önüne seriliyor. Egg resme yatkınlığı ve müthiş harita bilgisi, Sem kıyafet onarma ve dikme becerisi, Lotta kafası fikirlerle dolu bir bilgin, hiç konuşmayan Fenna harika bir aşçı olarak karşımıza çıkıyor. Milou diğerlerinden farklı olarak inanılmaz bir öngörüye sahip; kaşınan, ürperen, gıdıklanan kulakları sayesinde kendisini ve arkadaşlarını tehlikelerde koruyor. Kitapta büyülü gerçeklik öğeleri de kimi zaman Milou ve kulakları üzerinden karşımıza çıkıyor.

Bu beş çocuğumuz yetimhanede uzun yıllar kalıyorlar ve Gassbeek bu duruma oldukça öfkeleniyor; ilerleyen bölümlerde çocukların birbirlerinden ayrılmamak için türlü hileler ile yetimhaneden gitmediklerini, evlat edinilmemek için ellerinden geleni yaptıklarını görüyoruz. Bu bölümde okurken yüreğinizin içinden bir şeyler gidiyor ve ailesiz büyüyen çocukların aile ihtiyaçlarını nasıl karşıladığını görmek, bazen bir ailenin yapabileceklerinden fazlasını birbirleri için yapmaları gerçekten kitaba samimiyet ve değer katıyor. Gassbeek en az kendisi kadar kötü Rottman’ı bir gün yetimhaneye getiriyor ve bu çocuk işçi almak isteyen adama tüm çocukları satıyor. Satıyor diyorum çünkü çocuklar giderken yetimhane müdürüne ödeme yapılıyor. Çocukların satılma fikri ise buz gibi bir rüzgâr estiriyor kalplerimizde. Yazarın röportajlarına tekrar döndüğümüzde kendisinin bu fikri çocuk ticareti yapan bir tüccar ile ilgili okuduğu bir makaleden aldığını görüyoruz ve kitap boyunca bu olumsuzluğun da işlenişi çok yerinde olmuş.

Milou’nun ürperen kulakları sayesinde çocuklar tehlikenin farkına varıyorlar ve bin bir macera ile yetimhaneden kaçmayı başarıyor ve Poppenmill değirmenine ulaşıyorlar. Yol boyunca yine Amsterdam Polderlerinde yol alıyorsunuz ve yazarımız kitabı yazarken bu mesafeyi ölçmek için gittiğini, yol boyunca gördüklerini yazdığını belirtiyor. Tabii ki yazmaktan çok fazlası olmuş ve yazar âdeta tüm bu mesafeyi bize resmediyor ve içine çekiyor. Miolu burada büyük bir hayal kırıklığı yaşıyor ve çünkü evde 12 yıl öncesine ait birçok eşya mevcutken küçük bir bebeğe ait en ufak bir belirti göremiyor. Yıllardır kullanılmadığı belli olan değirmeni çocuklar biri diğerinden ayrı ve birbirini tamamlayan yetenekleri sayesinde yaşanılacak bir hale getiriyorlar. Mutlulukları ise fazla uzun sürmüyor Rottmann ve Gasbeek onları buluyor. Beş çocuğu bu kötü karakterin elinden kurtaran ise evin sahibi Poppenmaker oluyor.

Peki Bay Poppenmaker acaba gerçekten Milou’nun babası mı yoksa bizleri bambaşka bir son mu bekliyor? Bunu harika bir olay ve mekân kurgusu olan, kimi zaman nefes nefese, kimi zaman gözleriniz dolarak ve bu beş çocuğun ailesinden bir parça olmak istediğiniz kitabı okuduktan sonra öğrenebileceksiniz. Kitabı okurken beş karakteri takip etmek kimi zaman zor oldu ve hangisiydi deyip geri dönmek zorunda kaldığım yerler oldu. Aynı sorunu yazarında yaşadığını bir röportajında okuyoruz. Beş karakterle yazmakta zaman zaman zorlandığını söylüyor fakat hiçbirinden vazgeçemediğini ekliyor. İyi ki de vazgeçmemiş zaten hangi çocuğu hayatımızdan çıkartabiliriz ki?

Kitap boyunca Milou’ya kızabilirsiniz ama tüm hatalarına ve dik başlılığına rağmen ailesi saydığı arkadaşlarını sahiplenişi, arkadaşlarının da ona öfke duyduğu anlarda bile onu asla terk etmemeleri insan olan herkesin yüreğini ısıtıyor. Aile için yapılabilecekleri yazar bize bu beş çocuğun gözünden anlatıyor. Boyun eğmeden kabullenişi, öfkeden deliye dönseniz de terk edemeyişi korku hâkim olduğu mekanlar ve olaylarda bile hiçbir çocuğun diğerlerini bırakamayışı harika bir şekilde anlatıyor bize.

Kitabın ardından aynı yayınevinden çıkan Öte Dünya ve Dicembre’nin Sıradışı Evi kitaplarını okuma şansım oldu. Sahipsizler’i sevdiyseniz bu iki kitabı da seveceksiniz.

 
 

©2023, Recep Bilal Aksu tarafından kurulmuştur.

  • Instagram
bottom of page