BEYAZ ADAMIN KARA YÜZÜ
- Zeynep Yıldırım
- 20 Şub 2024
- 3 dakikada okunur
Yazar: Zeynep Yıldırım
Editör: Hanife Ayşe Sarı
Şef Editör: Behice Kavak

Merhaba ben Crow Foot (karga ayağı). Namı almış yürümüş bir kabile şefinin oğluyum. Şef Oturan Boğa. Lakotaların gururu. Biz Lakotalar, Amerika’nın yerlileriyiz. Sanırım büyük büyük dedelerimiz Asya’dan göçmüş ama beyaz adamdan çok önce buraları mesken tuttuğumuz kesin.
Ben bugün not tutmaya karar verdim. İlerde çocuklarım ve onların çocukları da okuyup benimle gurur duysunlar diye. Yaşadıklarımızı unutmasınlar diye. Büyük dedem, dedeme; dedem de babama anlatarak öğretmiş. Aslında kültürümüzde yazmak pek yoktur ama ben yazacağım. Bugün benim onuncu yaş günüm. Babam bana kendimi tanımam için önemli bir görev verecek. Babama bu görevi, bir de merak ettiğim bazı şeyleri soracağım. O on yaşındayken kocaman bir bufalo öldürmüş. Babam kabilesini korumak için elinden geleni yapan korkusuz bir şeftir. Tanısanız hayran olursunuz. Bakalım bana ne görev verecek? Şimdi yanına gidip soru sormaya başlıyorum.
— Şef Oturan Boğa, bana ne görev vereceksiniz?
— Aklındaki sorulara cevap vereceğim küçüğüm.
Bir anda ürperdim. Kafamdaki soruları nerden biliyordu?
— Ben bir yaşındayken Kanada’ya göç ettiğimizi duydum. Neden baba?
— Sen doğmadan iki yıl önce 1874’te, beyaz adam Dakota’nın kuzeyinde Kara Tepeler’de altın buldu. Beyaz adam açgözlüdür. Verdiği sözden döndü ve bize Dakota’dan gitmemizi söyledi. Ben ruhlardan yardım istemek için Güneş Dansı Töreni başlattım ve tam otuz altı saat dans ettim. Sonra savaştım. Zaferler kazandım. Beyaz adama haddini bildirmek için uğraştım. Atalarıma yaptıklarını bize de yapıyordu. Beyaz adam kuralına uygun savaşmaz. Hilecidir. Sonunda Kanada’ya göç etmeye karar verdik. Daha bir yaşındaydın. Seni annenin sırtına, senin için yaptığımız düş kapanını da senin sırtına bağladık. Seni kâbuslardan ve kötülüklerden korusun diye.
Babamın gözleri doldu. Öfke ve hüzünle uzaklara bakıyordu.
— Beyaz adam ne sözü vermişti baba?
— Uzun yıllar beyaz adamla kavga etmemek için direndim. O bizden topraklarımızı, değerlerimizi her şeyimizi aldı. Beyaz adam para için her şeyi yapar. Onurunu, şerefini satar. Benden Fort Laramire antlaşmasını kabul etmemi istediler. Kara dumanlar çıkaran gürültülü makinelerine demirden yollar yapıyorlardı. Bizden demiryollarına saldırmamamızı ve topraklarımızı istediler.
Karşılığında barış vaat ediyorlardı. Ben atalarımdan beyaz adama güvenemeyeceğimi çok iyi öğrenmiştim Çılgın At, Victorio ve diğer kabile şefleri antlaşmayı kabul ettiler. Ben kabul etmedim. Zaten bize istediklerini yapıyorlardı. Bizi yaptıklarına razıymış gibi gösterecek bir antlaşmayı kabul etmek gereksizdi... Beyaz adam altını bulunca sözünden döndü ve Lakotaları, Siyuları ve diğer kabileleri kovdu. Hiç şaşırmadım. En sonunda biz de Kanada’ya göçmek zorunda kaldık. Atalarımız, “Son ırmak kuruduğunda, son ağaç yok olduğunda, son balık öldüğünde beyaz adam paranın yenmeyen bir şey olduğunu anlayacak.” demiştir.
— Ne kadar haklılarmış! Hep merak ediyorum, ben beş yaşındayken seni nereye götürdüler baba?
— Hapishaneye… Kanada toprakları verimli değildi. Kıtlık vardı, kabilemde ölümler oluyordu. Hâlimiz hiç iyi değildi. 1881’de beyaz adama teslim oldum. İki yıl hapis cezası verdiler. Sonra kabilemi kuzey Dakota’nın karşısına taşımamı söylediler. Beyaz adamın Kızılderilileri koruma bölgesine. Taşındık ve buradayız işte.
— İyi de baba, sana niye ceza verdiler? Ayrıca beyaz adam bizi neyden koruyor?
— Kendisinden küçüğüm…
Babam bir süre sustu. Karşımızdaki çadırların girişine astıkları düş kapanları rüzgârla sallanıyordu. Daha ileride kum boyama yapıyorlardı. Sanırım çocuklardan birisi hastaydı. Kum boyamada yaptıkları resmin ortasına onu koyup, iyileşmesi için dua ederlerdi. Hatta boyamada kullandıkları renklerle hasta çocuğu boyayıp, iyileşeceğini umarlardı.
O sırada babam derin bir nefes alıp konuşmaya devam etti.
— Beyaz adam bizden topraklarımızı ve ruhlarımızı istedi. Kölesi olmamızı istedi. Onlara göre benim suçum bunu kabul etmemekti. Bu yüzden ceza verdiler. Köleliği kabul etmeyenleri güçsüzse öldürüyorlardı. Ya itaat edeceksin ya da yok olacaksın. Kendisiyle savaşa girenleri ise memleketinden uzak yerlerde yaşamaya mecbur ediyordu. Uzak ve küçücük bölgelerde yaşamaya. Bize yaptığı gibi…
İçim öfkeyle dolmuştu. Bize yapılanları unutmamalıydık. Son bulması için bir şeyler yapmalıydık.
— Bana ne görev vereceksin baba?
— Sen görevini yapıyorsun oğlum. Senin görevin yaşadıklarımızı gelecek nesillere aktarmak olsun. Onları beyaz adama karşı uyarmak. Daha çok sormak. Daha çok çalışmak. Doğru cevapları bulup anlatmak.
— Elimden geleni yapacağım efendim.
— Biliyorum küçüğüm, sana güveniyorum.
Babam gülümserken gözlerinin kenarlarında oluşan çizgiler bana güven veriyordu. “Bir gün senin gibi güçlü bir şef olmak istiyorum.” dedim. Gelecekte ne olur bilemem ama elimden gelenin en iyisini yapacağım. Çok çalışacağım!