BASMACI İBRAHİM’İN ÇIRAĞI
- Serap Doygun

- 20 Şub 2024
- 3 dakikada okunur
Yazar: Serap Doygun
Editör: Eda N.Ş.
Şef Editör: Behice Kavak

Babam hep aynı hikâyeyi anlatır durur. Bundan tam on yıl, iki ay, üç gün önce şu an ayaklarımı bastığım bu yerde, olağan dışı fikirlere sahip birkaç kişi bir araya gelmiş. Neyi, nasıl yapacaklarına dair hararetli bir tartışmaya tutuşmuşlar. Babam bu çılgın fikirli adamların arasında demirci olarak bulunuyormuş. Ustam İbrahim Efendi ve onun yakın arkadaşı Mehmed Said Efendi ondan ne istedilerse yapmış. Gayretlerinden o kadar etkilenmiş ki, onların hayali bir süre sonra babamın hayaline dönüşmüş. Ben o vakitler daha yeni doğmuş, kırış buruş bir bebekmişim. Babam, “O günün ağlak bebesi, bugünün çırağı oldu. Vay maşallah!” der durur.
Çalçene: Babanın oğlu olduğun belli. Sen de hep aynı hikâyeyi anlatıp duruyorsun.
Halil: Ben yeni tanıştığım kişilere anlatıyorum.
Çalçene: Her seferinde yanında olmam ne büyük talihsizlik.
Halil: Bundan bu kadar rahatsızlık duyuyorsan neden kanatlarını kullanmıyorsun?
Çalçene: Uçmak beni yoruyor dostum. Yorulmayı da sevmiyorum.
Halil: Neyse biraz sessiz ol. Ustam ikindi kahvesini yudumlamak için sandalyesine çökmüş. Yanına ilişelim de birkaç sorumuza cevap bulma imkânını yakalayalım.
Çalçene: Yine bir sürü gevezelik dinleyeceğiz desene.
Halil: Ustam müsaade var mı? Dizinizin dibine oturmaktır muradım.
İbrahim Müteferrika: Elbette evladım. Gel, soluklan biraz.
Halil: Ustam, geçen gün kahvehanede oturanların sizden “müteferrika” diye bahsettiklerini duydum. Doğrusu sebebini merak ettim.
İbrahim Müteferrika: Halil’im bu, padişah efendimize ettiğim hizmetlerden dolayı verilen bir unvandır. Devlet büyüklerinin yanında çalışanlara müteferrika ön adı verilir. Yıllar içinde birçok unvanla anıldım: müteferrika, mihmandar, tercüman, çevirmen… Nihayet bugünlerde ise basmacı.
Çalçene: Vay be! Adamın yapmadığı bir kuş bakıcılığı kalmış.
Halil: Ne mutlu size ustam! Bana yalnızca “Çırak Halil” diyorlar.
İbrahim Müteferrika: Acele etme Halil’im. Çalıştıkça daha ne unvanlar alacaksın. Sana, “Basmacı Halil” denilen günleri şimdiden görür gibiyim.
Halil: Allah razı olsun ustam. Sayenizde inşallah.
Çalçene: Bana yalnızca kuş diyorlar. Bundan hiç de rahatsız olmuyorum. Sen de amma unvan meraklısı çıktın Halil!
Halil: Sen iş yapmıyorsun ki, bir unvanın olsun. Tembel teneke demediklerine şükretsek yeridir. Peki ustam yaptığınız bu işlerde sizi en mutlu eden hangisiydi?
İbrahim Müteferrika: Müteferrika olup padişah efendimizin hizmetini görürken de mihmandar olup devletimizin konuklarını ağırlarken de mutluydum. Arapça, Latince ve Yunancayı iyi bilmem sebebiyle tercümanlık yaparken de hâlimden memnundum. Önemli eserleri dilimize çevirirken de. Sevmediğin işi yapamazsın Halil’im. Yine de itiraf etmem gerekirse hiçbir şey beni basmacı olmak kadar heyecanlandırmadı.
Halil: Baskı denemeleri yaparken başarı elde ettiğiniz ilk şeyi hatırlıyor musunuz ustam?
İbrahim Müteferrika: Bu nasıl soru Halil’im! Elbette hatırlıyorum. Bundan on yıl önce 1719’da şu ayaklarımızı bastığımız yere Devlet-i Osmaniyye’nin ilk matbaasını kurmak için çok çalıştık. Viyana, Marsilya ve Hollanda’dan baskı makineleri, harfler, dizgi ustaları, hatta senden yetenekli olmasın ama çıraklar ithal ettik. Denemelerimiz sonuç verdi ve Marmara Denizi haritasını ilk kez basmak bize nasip oldu. İşte o gün İbrahim Müteferrika, Basmacı İbrahim oldu.
Çalçene: Keşke gıda işine merak sarsaymış İbrahim Efendi. Baskı karın doyurmuyor.
Halil: Sabret biraz Çalçene. Eve gidince hazırlarım bir şeyler.
Çalçene: Gerçekten mi? Hay yaşa! Açlıktan yumuşacık kızıl tüylerim sarardı. O muhteşem parlaklıktaki turuncu gagam bile soldu. Evde pastırma vardı değil mi?
Halil: Şşşt! Peki, bu geçen on senelik zamanda ne oldu ustam?
İbrahim Müteferrika: Neler olmadı ki! Sağ olsun, hayaldaşım Mehmed Said, Avrupa’daki matbaaları yerinde inceledi. Öğrendiklerimizle burayı geliştirdik. Elimizden gelen her şeyi yaptık. İşte bugün burada, 1589 yılında Vankulu Mehmed Efendi’nin tercüme ettiği “Lugât-ı Vankulu”nu basıp çoğaltabiliyorsak şu geçen on yıldaki çalışmalarımız neticesindedir.
Halil: “Vankulu Lugâtı”nı diğer lügatlerden ayıran nedir ustam?
İbrahim Müteferrika: Evladım, “Lugât-ı Vankulu” âlimlerimizin başucu eseridir. Biliyorsun İslâmî ilimler ve şer’î hükümler Arapça ifadelerle doludur. Dolayısıyla bu dile hâkim olmak tüm âlimlerin zorunluluğudur. Biz de inşallah bu eseri çoğaltarak Osmanlı ilim ve kültür dünyasına büyük katkı sağlayacağız.
Çalçene: Ne yani okudukları kitabı anlamak için bir de sözlük mü okuyorlarmış? İyi ki okuma yazma bilmiyorum.
Halil: Katılıyorum Çalçene. İyi ki bilmiyorsun. Ustam sırada ne var peki?
İbrahim Müteferrika: Hayalim, Kâtip Çelebi’nin “Tuhfetü’l-Kibâr” isimli eserini basmak. Ama nasip ne getirir bilinmez.
Halil: Hiç duymamıştım o eseri, içeriğini biraz anlatsanız?
İbrahim Müteferrika: Bu eser pek kıymetli bir eserdir. Tarih, coğrafya, astronomi gibi ilimler hakkında verdiği bilgilerle devlet yönetmenin süslü bir koltukta oturmak olmadığını anlatır. Öyle ki hem devletin başının hem de o başın etrafındakilerin ilim sahibi olmasının öneminden bahseder.
Halil: Gerçekten çok müstesna bir esermiş. Basımında emeğim olsun çok isterim.
İbrahim Müteferrika: Allah’ın izniyle olacak Halil’im. Devlet-i Osmaniyye’nin donanma tarihi ve teşkilatı hakkında bilgi veren ilk kaynak olan bu eseri inşallah birlikte basacağız.
Halil: İnşallah ustam. Peki çocuklar için bir şeyler basmak var mı planlarınızda?
İbrahim Müteferrika: Bilmem ki Halil’im hiç tasavvur etmedim. Bak aklıma düşürdün şimdi. Aslında dostum Mehmed Said Avrupa’ya yaptığı seyahatte, “Resimlerle Dünya” isimli çizimli bir çocuk kitabının kulağına çalındığından bahsetmişti. Ancak içeriğini görebilmek nasip olmamış. Belki “Resimlerle Osmanlı” kitabını hazırlamak da sana kısmet olur. Bir kahve içimliği diye oturduk ama epey vakit harcadık. Şu reçine bidonunu getir de mürekkebimiz için karbon karasına biraz katalım.
Çalçene: Ya kuşlar Halil? Kuşlar için de bir şeyler basacak mısınız?