AZADE TEYZE VE KEDİSİ
- Ayşe Kevser Can

- 18 Şub
- 2 dakikada okunur
YAZAR: AYŞE KEVSER CAN
EDİTÖR: HANİFE SARI
ÇİZER: ZÜLFİYE BALCI

Yaşı başında başı dağdan aşkın işleriyle Azade teyze, her sabah olduğu gibi bahçesindeki ayrık otlarını temizlemiş ve çiçeklerini sulamış, mutfağında biriken işlerini yapmak üzere pötikareli önlüğünü beline dolamıştı. Birikmiş dediysek öyle sizin bildiğiniz birikmişlerden değil. Her ne ara biriktiyse tezgâhından mutfak tavanına doğru uzanan koca bir bulaşık dağı oluşmuştu. Tam bulaşıklarını yıkamaya başlamıştı ki oyun oynamak için yolunu gözleyen kedisi Hımbıl’ın sesi duyuldu tiz perdeden.
“Miyuuuv, Miyuuv, Miyuvvv!”
Adı ile gövdesi doğru orantılı olan Hımbıl, her gün aynı saatte tam altıyı kırk beş geçe güneşin tepenin ardından ışımaya başladığı vakit, kulakları gıdıklayan o tiz sesiyle Azade teyzenin kendisini kucaklayıp ağır ağır, küçük küçük adımlarla bayır yukarı çıkarmasını beklerdi. Gün boyunca patilerini içe doğru kıvırıp bayır zirvesinden geleni geçeni izler, günün keyfini sürdükten sonra güneş ikindi kızıllığına düştüğünde kendini bayır aşağı bırakıp yuvarlana yuvarlana inerdi. Bu iniş çıkışları muzırca bir oyuna çevirmişti. Ne de olsa inmek kolaydı, çıkmak öyle mi? Çıkışın zahmetini sahibesine yükleyip inişin keyfini kendisine pay biçmişti.
Oyun saati yine gelmişti. Azade teyze, Hımbıl'ı kucaklayıp bayır yukarı çıkarırken o sabah bir şey fark etti. O güne kadar nehrin kenarında duran, uzaktan gözükmeyen eski, yosun kaplı kaygan taşlar bu defa daha da belirginleşmişti. Suya sabuna dokunmayı hiç sevmeyen Hımbıl’ın zıplayarak o taşlardan birinin üzerine atlaması, Azade teyzenin dikkatini çekti. Bir tuhaflık vardı. Birçok kez yürüdüğü bu kıvrımlı yolun neredeyse her köşesini ezberlemişti, ama o taşlar? Hımbıl, tiz bir miyavla diğer taşa dikkatlice atlayıp ilgisini daha fazla çekti. “Nedir o, Hımbıl?” diye seslendi. Kedisi, az önce üzerine atladığı taşın önünde durmuş, mavi gözleriyle sanki bir şey fark etmiş gibi pür dikkat Azade teyzenin bakışlarını takip etmekteydi. “Yine mi oyun saati?” diye mırıldandı ama içine korkuyla karışık bir heyecan doğmuştu.
Nehrin kenarındaki taşlar, o taşların arasında çiçeğe durmuş mini mini tomurcuklar ve suyun durgunluğu eski bir zamanın hatırası gibiydi. Fotoğraf karelerinde sıkışıp kalmış anıların birikimi Azade teyzenin zihnine ağır ağır çökmüştü. Hımbıl’ın taşların üzerinde sabırsızlıkla beklemesinin dışında, kendi huzurunu sarsan bir şeylerin farkına vardı. Birinin izini mi sürüyordu? Ya da izini sürdüğü zihnindeki çağrışımlar mıydı? Hımbıl, kendisine bir şey mi anlatmak istiyordu? Nehrin kenarındaki eski, yosun kaplı kaygan taşlara dalıp hatırlamaya çalıştı. Hatırlar gibi oldu, gülümsedi. Kedisi Hımbıl’ı çağırdı, yine gülümsedi. Hımbıl, sevinçle oyun saati için çağrıldığını düşünüp telaşla taşların üzerinde sekerken birden kayıverdi, Cumburlooop! Suyu ne de çok severdi, neyse ki sahibesi kendisinden daha çevikti. Hımbıl’ı pembe patilerinden hızlıca tuttuğu gibi yakalayıveren Azade teyze, nihayet kahkahasını koyuverdi, “Oyun mu oynamak istiyordun bakayım sen! Seni gidi yaramaz çocuk, hey!”
Kedisini kucaklayıp evinin dönüş yolunu bu kez erken tuttu. Sırılsıklam olan Hımbıl’ı güzelce kurulayıp üşümemesi için sobayı da her zamankinden daha erken yaktı. Derin bir iç çekti ve gülümsedi. Birike birike mutfak tavanına doğru uzanan bulaşık dağını unutmuş muydu? Sanmam ama isminin anlamı, yaşlandıkça zihninin anlamıyla da özdeşleşmişti. Hayatın ağırlığı omuzlarında heybe gibi asılı duran Azade teyze, unutkanlığının hatırı ve sabrının yüceliğiyle hayata tutunur giderdi. Nehrin kenarından vadinin dik yamacına doğru uzanan evine uzaktan baktığınızda göz kırpıyor, yakından baktığınızda gülümsüyor sanırdınız. Evi de kendisi gibi güleç yüzlü olan Azade teyze, tek yoldaşı Hımbıl ile birlikte unutmayı ve hayatı oyun eşliğinde yaşıyordu. Bir ev, bir kedi ve bir insan… Hayatı paylaşmaya yeter de artardı.